Şimdi sonbahardan bahsetmenin vaktidir Eylül kapımıza dikilmişken... Serin rüzgârları ve sarı yapraklarıyla hüznü mırıldanır davetkârlarına... Uyandırma servisi gibidir hayat otelinin... "Yok" sayamazsınız sırtınızı dönüp... Ömrünüzden kayıptır tadını çıkarmamak... *** Hüznün tadı... Hüzün öldürmez... Hayata buruk bir kıvam katar sadece; o kıvamdan anlam çıkarmak bize düşer... Hüzün ruhun derinlikle yoğrulmasıdır... Zamana karşı mukavemet sağlar. Geçmişi, bugünü ve geleceği aydınlatır. Zamanı anlamayı aydınlatır... Başıboş sürüklenişe tatlı bir frendir; ayna tutar halimize... *** Tutup kolumuzdan bir kaldırım çay ocağına oturtur; demli bir çay ikramıyla... Günün bir adım dışına taşır rahat görebilmemiz için... Dakikaların hızı kesilir; düşüncenin hızı artar... Ayak ucumuzda sarı yapraklar... Yanağımızda serin bir rüzgâr... Merhaba Eylül... Merhaba hayatım! *** Bir doğum günü partisidir Eylül'ün çekiştirmesi tenhalara... Yalnız kutlanır... Geride kalanları gösterir önce... Ve "yarın" diye bir şey olmadığını... "Bugün"ün elini tutup avucumuza koyar; sımsıkı kavramamız için... *** Okullar açılıyor... Ramazan geliyor... Kış bastıracak... *** Kaçıncı okul heyecanı... Kaçıncı Ramazan sevinci... Kaçıncı kış telaşı... *** Eylül... Ve sonbahar... Yorulduğumuzda oturmak istediğimiz bankın nemli olduğunu görünce yaşadığımız çelişkidir... Kısa süren... Gülümseten... Merhaba Eylül...