Otobanları sevmiyorum... Belki yüksek hızla gitmek ve zaman kazanmak mümkün ama, yolculuk tadı yok... Ama Anadolu'nun, bir kasabadan bir kasabaya uzanan yaşlı ve yorgun yolları, beş yıldızlı, tam teşekküllü tatil imkânından daha fazla haz veriyor bana... Gitmek... Tarlaların, köylerin arasından, dağların, tepelerin ovaların arasından gitmek... Ve yol boyunca, sırtında yük "bana mısın" demeyen yaşlı kadınlar... Köy kenarlarında, belki bir kaç saatte bir geçen arabaları seyrederek hayalini renklendiren çocuklar... Yani hayatın ta kendisi... Veya, zamanı seher vaktinde esir edip cebine koyanların hayatı... Tabiat, insanların tabiatı olmuş... Sessizlik ve huzur... Ve bütün metropol keşmekeşine karşılık, lüzumsuz kargaşalara "dur" diyen manzara... Metropolde sanki herşey için "çok geç..." Buralarda ise tabiat sesleniyor işte: - Sen de benim gibi sakin ol... Burada herşey için "çok erken..." Birgi'den sonra Bozdağ'ı aşıp Salihli'ye iner inmez 2500 yıllık "Sardies" harabeleri veya Kırkağaç Soma üzerinden Bergama'ya varınca tepede "Athena Tapınağı"... Yakın zamana gelirsek Tire'de Aydınoğlu Mehmed Beyin ayak izleri, türbeler... Osmanlı'nın camileri, kimi zaman köy yolları arasına sıkışmış sanatlı köprüleri, çeşmeleri... Rotanızı haritadaki gösterişli yollardan azad edip, Anadolu'nun çağrısına uydurursanız, her taşın altından tarih, her taşın altından macera çıkıyor... Ve bütün bu tarihin, bu maceranın kahramanlarını yol boyunca görüyorsunuz... Yalnız... "Akdeniz'in kumu, güneşi" rüyasıyla gelen turistlerden veya Bizans Medeniyeti şehvetiyle 2 bin-3 bin yıllık kalıntılara secde etmek için dağlara bayırlara saldıran bitli gezginlerden bir farkınız olmalı... "Bu memleket benim..." hissiyle vurursanız yollara kendinizi, herhangi bir Ulucami'de secde eder, herhangi bir türbede kimliğinize minnet borcunuzu öder, herhangi bir harabede tefekküre dalarsınız... Ve belki şu soruyu sorarsınız kendinize... Benim korkuyla sorduğum gibi: Anadolu'nun sakinleri bugünün çocuklarına birşeyler bırakmışlar... Medeniyetlerinin izlerini... Ya biz ne bırakıyoruz? Tahrip edilmiş bir tabiat... Ömrü, ancak ömrümüz kadar olan derme çatma binalar... Tarih gelecekte, "kayıp bir zaman dilimi"nden sözedecek galiba...