Yukarıdaki soruya, Türkiye pratiği açısından verilecek cevap net olarak "hayır"dır. 1950'den beri muhalefet demek, her zaman ve her konuda iktidarı kötülemek, hiçbir şeyi beğenmemek demektir. Türkiye'de muhalefette en uzun süre kalan parti CHP, bir anlamda "negatif ve kötümser muhalefetin" simgesi haline geldi. Toplumu kategorize eden ve statükoya dayanan bir siyasetin ancak gerilim ve ayrışma ürettiği de bir gerçek. Dün İHA mahreçli bir siyasi röportaji okurken, alışılagelmişin dışında sözler söyleyen bir siyasetçi çekti dikkatimi. "Bizim ötekimiz yok" diyordu siyasetçi. Geçmişe saplanıp kalmamaktan, topluma gelecek vizyonu verecek proje yapmaktan bahsediyordu. Süleyman Soylu, Demokrat Parti'ye Genel Başkan olma iddiasıyla söylüyor bu sözleri. Bu ülkede yirmi yıldır muhalefet adına sadece endişe pompalandığını gördüğüm için, umut ve gelecek üzerine siyaset yapacağını söyleyen bu "tecrübeli genç siyasetçi"nin sözleri dinlemeye değer görünüyor. Tazelenme 2001'den sonra Türkiye'nin iktisadi paradigması değişti. Ama siyasi paradigmada statükocu duruş hâlâ geçerli. AK Parti'nin "sivil ve demokratik öncelikleri olan siyaset" iddiasına karşı muhalefet hep statükonun argümanlarına dayandı. "Devlet iktidarı-siyasi iktidar" gibi ucube bir ayırım yapan bürokratik elit ile muhalefet söylemde de eylemde de bir elmanın iki yarısı gibi "aynı" idiler. 367 garabeti muhalefet-statüko dayanışmasıyla oluşturuldu. Demokrat Parti gibi tabanını sivil siyasette bulması gereken bir siyasi oluşum dahi "statüko mihverinde" yer aldı. Süleyman Soylu, Genel Başkanlığa aday olurken bu eksen kaymasını gidereceği taahhüdünde bulunuyor. Kaliteli ve ahlaklı bir siyaset vadediyor. Referansı demokrasi olan ve eylem-söylem uyumuyla bunu teyid eden bir siyasetçi görüntüsü veriyor Soylu. Türk siyasetinin ihtiyacı da referansı demokrasi olan siyasetçilerin hakim olması değil mi?