İsterseniz şu sıcak para konusuna devam edelim. Zira bir müddet daha bu konu ucundan kıyısından çekiştirilecek gibi görünüyor. Hazine müsteşarlığından yapılan açıklamada Türkiye'de portföy yatırımı türünden 38 milyar dolar yabancı sermaye olduğu belirtildi. Yani tahvil-bono ve hisse senedi gibi kısa vadeli yatırım araçlarına yatırım yapan yabancı para miktarı bu. Klasik paradigmaya göre "sıcak para". Hani adını "iktisadi felaket veya krizle özdeşleştirdiğimiz" kısa vadeli para hareketi. Ancak, bu 38 milyar doların hepsinin sıcak para olduğunu, yani kısa vadede yüksek kârı kapıp sonra da ülkeden uçup gidecek bir kaynak olduğunu düşünmek, körün fili tarif etmesi gibi bir şey. Bu meblağın içinde, tarif edilen nitelikte paralar da var tabii ki. Nitekim, faizlerdeki son düşüşten sonra tahvil-bono satıp döviz alan ve ülkeyi terkeden para için "sıcak" tabirini kullanabiliriz. Şap ile şeker... Ancak, tüm yabancı portföy yatırımı aynı niyetle gelmedi bu ülkeye. Gelecekteki büyüme ve gelişmeyi satın alanlar da var bu yabancılar arasında. Hem de hatırı sayılır miktarda. Borsa'da büyük şirketlerin hisselerinden azımsanmayacak miktarlarda alanlara, bankacılık, enerji sektöründeki şirket hisselerine talep gösterenlere sadece "sıcak para" ön kabulüyle yaklaşırsanız, M.Stanley'in dediği gibi "dönüşümü ıskalarsınız". Portföy yatırımlarının hareketlerini iyi okumak gerekir. Bir kısım sıcak para hareketini hariç tutarsak, bu tür yatırımlar genellikle ülkelere gelecek doğrudan sermaye yatırımlarının "öncü adımlarıdır". Ekonomik büyüme devam ettikçe, portföy yatırımlarının yanında kalıcı yabancı sermayenin de geldiği görülür. O halde, Hazine'nin açıkladığı rakamın tamamına "vur-kaç için gelen sıcak para" diyemeyiz. Geçmişin ezberlerinin dışına çıkabilmeli ve "eski korku hikayelerini" yorum diye sunanlara fazla kulak asmamalıyız. Risk tabii ki var; ama ülkeyi de tepeden tırnağa riske gömülmüş gibi görmemek lazım.