3 Ekim yaklaştıkça Avrupa'daki "türkofobik"lerin sesleri de yükselmeye devam ediyor. Bundan sadece 8 ay önce Türkiye'nin adaylığını ve müzakerelerin başlamasını "oybirliği" ile kabul eden üyelerin bir kısmı, "iç politika sebebiyle de olsa" başka telden çalmaya başladılar. Bu konudaki en radikal "ağız değiştirme" hamlesini de galiba Fransa Cumhurbaşkanı yapacak. 17 Aralık'taki zirve öncesi ve sonrasında Türkiye'nin üyeliğini, Avrupa'nın gelecekteki vizyonu açısından elzem gören ve AB'nin lider ülkesi sıfatıyla bunu savunan Chirac, referandum darbesinden sonra "tornistan" çabalarına girdi. Gerçi Almanya, İngiltere gibi diğer ağır topların Türkiye'nin üyeliğine dair ısrarlı destekleri devam ediyor. Almanya Dışişleri Bakanı Fischer, dünya konjonktüründeki radikalleşme ve uçlara kayma eğiliminin bu derece arttığı bir dönemde, Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkmanın mantığını anlayamadığını söylerken, AB'nin geleceğinde bu ülkenin hayati önemine de vurgu yapıyordu aslında. Üst yapı ve halk Avrupa'nın siyasi elitleri-dini ve tarihi bağnazlığın esiri olanlar hariç- yaşlı kıtanın on yıl sonraki fotoğrafında demokratikleşmiş ve gelişmiş bir Türkiye'nin, müslüman halkıyla yer alması gerektiğine inanıyorlar. Yani onlar da kara kaşımız, gözümüz hatırına istiyor değiller bu ülkeyi. Bir anlamda ortak çıkarlar diyebiliriz. Ama Avrupa'nın konformist ve önyargılı halkları için aynı şeyi söyleyemeyiz. Bir kısmı, yüzyılların bilinçaltlarında biriktirdiği "Türk korkusu veya fobisi" dolayısıyla iflah olmaz biçimde sevmiyorlar bizi. Bir kısmı ise, sadece ekonomik sebeplerle, yani refahı paylaşmak istemedikleri için menfi hisler taşıyorlar. Tabii daha vizyoner düşünebilen, refahın barışın paylaştıkça çoğalacağını düşünen Avrupalılar da var. Üyelik için gösterilecek çabanın Türkiye'yi daha özgür ve müreffeh yapacağını düşünen Türkler olduğu gibi. Zaten bu meşakkatli süreç de bu iki tarafın çabasıyla ilerleyecek. AB içinden çatlak sesler de çıkmaya devam edecek. AB de, ya iddia ettiği gibi "bir kurallar manzumesi" olduğunu ispat eder tutarlı davranacak, ya da Chirac veya Rasmussen gibi yalpalayan üyelerinin tesirinde kakafonik bir orkestra görünümü verecek.