Aylardır sabırsızlıkla beklediğimiz AB Komisyonu'nun ilerleme raporu açıklandı. AB dostları ve taraftarları üzüldü, AB karşıtları ise "biz dememiş miydik" diyerek müstehzi bir ifade takındılar. Kamuoyumuzun mizacı bu tür olayları ya bayram, ya da matem havasında karşıladığı için, AB konusunda konu kapanmış gibi bir hava hakim oldu. İlk heyecan geçince aklı selim devreye girer ve sağlıklı yorumlar yapılır diye beklemekten başka çaremiz yok. Türkiye'nin Avrupa Birliği macerası nihayetlendi mi diye biz de biraz kafa yoralım isterseniz. İlerleme Raporu AB, genişleme sürecini yürürlüğe sokunca, önce 12, Türkiye'nin de dahil edilmesiyle 13 aday adayı ülkeyi tespit ederek bu ülkelerin yerine getirmelerini istediği, ekonomik ve siyasi kriterleri takip etmeye başladı. Maastricht ve Kopenhag zirvelerinde belirlenen ve üye olacak her ülkenin yerine getirmesi gereken bu kriterleri, aday ülkelerin ne ölçüde hayata geçirdikleri, kanunlarını ve kurumlarını ne kadar düzenleyebildikleri de, bir komisyon tarafından takip edilmeye başlandı. AB'ye katılacak ülkeler ve genişleme sürecinin geleceğinin de 2002 sonunda Kopenhag'da toplanacak AB devlet ve hükümet başkanları zirvesinde belirlenmesine karar verildi. Geçen hafta açıklanan "İlerleme raporu" bu zirvede alınacak kararlara ilişkin bir değerlendirme içermektedir. Bu rapor bağlayıcı ve nihai bir metin olmadığı gibi, Kopenhag zirvesinde alınacak kararları içermemektedir. AB genişleme sürecinin geleceğini ve hangi ülkelerin üye olacağını belirleyecek kararları, hükümet ve devlet başkanları, kendi öngörüleri ve tartışmaları doğrultusunda alacaklardır. Ancak ilerleme raporu da, alınacak kararlarda tabii ki etkili olacaktır. Kopenhag: Ümitlenmeye değer mi? Aralık zirvesinde, prensip olarak ilerleme raporunun haricinde bir karar çıkması, diğer bir ifade ile Türkiye'ye müzakere ve üyelik takvimi verilmesi normal şartlarda gerçekleşebilir gibi görünmüyor. Yine de bir sürpriz, yani Türkiye'ye bir üyelik tarihi ve takvim beklenebilir. Diğer bir alternatif de Türkiye'ye özel statüde bir adaylık ve 2004'e bırakılacak bir takvim süreci olabilir. Günümüz dünyasında ülkeler arası pazarlıklar ekonomik kozlarla yapılıyor. AB'nin istediği de barış, istikrar ve demokrasi ortamında sağlıklı üretim yapabilen, ürettiğini satabilen bir yapı. Türkiye, genç ve büyük nüfusu ve hızla artırabileceği üretim potansiyeli ile hem üretim hem de tüketim aşamasında AB'nin yaşlanan nüfusuna taze kan olabilir. Kaldı ki bizden istenen siyasi ve ekonomik kriterler, AB'ye girelim veya girmeyelim, yerine getirdiğimiz zaman ülkemizi, şimdi çok özendiğimiz AB refah seviyesine zaten ulaştıracak unsurlardır. İlerleme raporunun Türkiye'ye haksızlık ettiği, miyop bir bakış açısıyla yazıldığı aşikar. Diğer adaylardan bazılarının ( mesela Romanya ) bizden geride olmasına rağmen onlara da takvim verildiği ortada. Tüm olumsuzluklara rağmen AB'ye üyelik için gayretlerimizin devam etmesinin bu ülkenin hayrına olduğunu ve bu inisiyatifin sürmesi gerektiğini unutmamamız gerekir. Boşa giden birşey yok Adaylık takvimi verilmeyince, AB karşıtları yapılan çabaların, yasa ve yapı değişikliklerinin boşa gittiğini söylemeye başladılar. Halbuki ilerleme raporunun bakışı Türkiye'ye karşı ne kadar miyopsa, bizim AB muhaliflerinin de bu sürece bakışı aynı oranda miyop. AB sürecinde bu ülkenin attığı hiçbir adım, yürürlüğe koyduğu hiçbir değişiklik boşa gitmemiştir, gitmeyecektir de. Ekonomik ve siyasi kriterler gereği yapılan değişiklikleri, AB'nin dayatması ile yapılan beyhude çabalar olarak görmek yerine, bunları ülkemizin demokrasisine ve refahına yapılan katkılar ve ilerlemeler olarak görürsek, hadiseye doğru açıdan bakmış oluruz. Not: İki hafta sonu sevgili okuyuculardan ayrı kalacağım. 3 Kasım Pazar yazısında görüşmek umuduyla