Türkiye'nin yeni ekonomik trendinde bazı kavramlar öne çıktı, daha doğrusu yeni dönemi tarif eden unsurlar haline geldi. Büyüme,mali disiplin, doğrudan yabancı sermaye,tek haneli enflasyon gibi... Cari açık da bu unsurların yanına, kimi zaman sebep-sonuç ilişkisi bağlamında, kimi zaman da ayrı br unsur olarak eklendi. Türkiye dört yıldır büyüyor, bütçesini toparlıyor, enflasyonunu düşürüyor ama aynı Türkiye dört yıldır da giderek artan bir cari açık veriyor. Yani ülkenin döviz cinsinden gelirleri ile harcamaları arasındaki fark büyüyor. Gerçi iyi giden ekonomi ve AB müzakere sürecinin getirdiği pozitif algılama neticesinde, açığın finansmanında bir problem yaşanmıyor ama, bu durum açığın büyüdüğü ve dikkatle takip edilmesi gerektiği gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Sene sonu beklenen 25.5 milyar dolar açık ile Türkiye, dünyada 7. sırada. Milli Gelire oranı yüzde 8'e yaklaşan bir açığın, "kaliteli bir şekilde finanse edilse dahi" ilanihaye taşınamayacağı aşikar. Amerika'da da bu oran yüksek (% 6.6) ama gelişmiş ekonomilerin, açıklarını yabancı kaynak ile kapatma potansiyelleri her zaman daha fazla olduğu için, bizimle aynı risk kategorisinde algılanmıyorlar. > Takip ve tedbir Doğrudan yabancı yatırım Türkiye'ye bugünkü iştahıyla girmeye devam ederse ve ihracattaki katma değerimiz yüksek seyrederse, cari açık bir korku unsuru değildir. Lakin, bilhassa küresel türbülansın arttığı, risk algılarının değiştiği dönemlerde, iktisadi kırılganlığın artmasına yol açabileceği gerçeğini de göz ardı etmemek gerekir. Dolayısıyla ekonomi yönetiminin cari açığı önemsemeyen, küçümseyen beyanlar yerine "dikkatle takip eden, gerektiğinde önlem alabilecek" bir tavır yansıtması, piyasanın risk algılamasını doğrudan yönlendirecektir. Evet, cari açık finanse edilebildiği sürece sorun yok ama daimi olarak finanse edilebileceğinin de garantisi yok. Önemli olan kontrol altında olduğu, öngörülebildiği ve en önemlisi "farkında olunduğu" intibasının verilebilmesi.