İstikrar programı rayında gidiyor. Hedefleri tutan bütçe, düşen enflasyon, kamu maliyesinde yerleşmeye başlayan disiplin gibi gelişmeler de umut verici. Türkiye'nin en önemli kara deliği olan yolsuzluğun önü hükümet tarafından tıkanacak gibi görünüyor. Enflasyonla birlikte reel faiz düşüyor; bütçe disiplini sayesinde kamu harcamaları kontrol altında; artık görev zararı tarzında ekonomik ucubeler yok; yoz ve kirli ekonominin ürünü olan yolsuzluklar da azalıyor. Yani havuzun delikleri birer birer tıkanıyor. Lakin boşalmış olan havuzu yeniden doldurmak lazım. Milli Geliri artırmak, üretimi, istihdamı, dolayısıyla devletin vergi gelirlerini yukarıya çekmek gerekiyor. Yatırımların önü açılmalı yavaş yavaş Türkiye'de. Yabancısı ile yerlisi ile sermayedarların Türkiye'nin geleceğine yatırım yapmasının önünü açmak hükümetin öncelikleri arasında yer alıyor gerçi. Ancak Türkiye bir türlü sermayeyi çekecek yatırım iklimini oluşturamıyor. Ekonomik mantık 1994 yılında ABD yönetimi, gelişmekte olan 10 büyük pazar ilgili bir strateji geliştirmişti. Türkiye Çin'den sonra önem sırasında ikinci idi; arkasından da Brezilya geliyordu. ABD bu on pazarın, önümüzdeki dönemde uluslar arası sermayenin önemli cazibe merkezleri olacağını öngörüyordu. Bugüne baktığımızda, Amerika'nın tahmininin bir ülke hariç tuttuğunu görüyoruz: Türkiye. Çin yılda yüz milyar dolar yabancı sermaye çekiyor; Brezilya'ya ise yılda giren rakam 35 milyar dolar. Amerikanın stratejik sıralamasında ikisinin arasında yer alan Türkiye'ye ise 2003'te giren para 400 milyon US$ dahi değil. Oysa sıralama doğrultusunda gerçekleşme olsa idi, Türkiye yılda 35 milyar dolar yabancı kaynağı çekiyor olacaktı. Hazin olan bu durumu sadece ekonomik istikrarsızlıkla veya bürokratik engelle izah etmek akıllıca değil. Türkiye, kendi topraklarında yapılacak yatırımın ekonomik mantığını anlatamıyor. Potansiyelini anlatamıyor. Yani ekonomik akla hitap edecek, pragmatik bir tanıtım yapamıyor. Öyle olunca da dünün gecekondu devletleri bile milyarlarca dolar yabancı sermayeyi kendilerine çekerken, bizler dövünüp duruyoruz.