Bir ülkenin vatandaşı olmak, o ülkenin var olan ortak tasavvurunu da paylaşmak olarak düşünülebilir. Ortak tasavvuru bir ülkü, amaç birliği, milli benlik filan diye okumayın; bir arada yaşamak için herkesin iyiliğine olabilecek asgari müşterekler,toplum ve hayat telakkisi olarak düşünebilirsiniz. Otoriter veya diktatoryal düzende kurulan veya yönetilenleri hariç tutarsak, gelişmiş ülkelerin hepsinde bir ortak toplum tasavvuru olduğu ve devletin, sosyal ve iktisadi hayatın bunun etrafında şekilllendiği görülebilir. Farklılıkları reddetmeyen, asgari müşterekleri oluşturmayı başaran bu ülkeler sürdürülebilir sosyal düzenleri oluşturmayı başarıyorlar. Türkiye'nin kurulduğundan beri ortak bir toplum tasavvuru oluşturabildiğini söyleyemeyiz. Resmî ideoloji etrafında inşa edilen, tek tipleştirici, farklıkları ya yok sayan ya törpüleyen 'yapay ülkü'lerden bahsetmiyorum haliyle... Toplumun, yani o ülkede yaşayanların katılımıyla oluşması gereken bir asgari müşterekler manzumesi olmadı bu ülkenin... Kâğıt üstünde 'toplum sözleşmesi' olduğu söylenegelen anayasalar -belki 1921 anayasası hariç- 'sonradan vesayet sistemine dönüşen' diktatoryal bir otoritenin, toplumu zapturapta almak için dikte ettiği metinlerdi. Türkiye medeni ve gelişmiş bir ülke olmak için önce 'gerçek' bir topluma sahip olmalı... Bunun yegane yolu da bir ortak tasavvur oluşturmaktan geçiyor. Şimdi ülkenin önünde bir fırsat var: Yeni anayasa yapımı... Farklı hayatları, farklı inanışları, farklı öncelikleri olan ama bu ülkenin vatandaşı olarak yaşayan insanlar ilk defa kendi ortak tasavvurlarını, kendi asgari müştereklerini, kendi toplu sözleşmelerini meydana getirme fırsatıyla karşı karşıya... Bu fırsat kullanılabilir, Türkiye çoğulcu, demokratik ve vatandaşlık ortak paydasında bir anayasa yapabilirse, gerçek bir toplum ve medeni bir ülke olmak için sağlam bir zemine kavuşmuş olur.