Türkiye Cumhuriyetinin başkenti. Memur sayısının en çok olduğu şehir. İkinci büyük kentimiz. Bu tanımlara bir yenisini daha ekleyebiliriz: Türkiye'de kişi başına düşen banka mevduatının ve otomobil sayısının en yüksek olduğu şehir. Yani ekonomik krizin en az etkilediği, hatta neredeyse hiç uğramadığı , insanların işsiz kalma, maaş alamama endişesini en az hissettiği şehir. Yapılan bir araştırmaya göre, bu güzide şehrimizde, kişi başına düşen mevduat 1,6 milyar TL. Krizde birçok kişi hazır yiyip, tasarruflarını tüketirken, Ankara ahalisinin önemli bir bölümü para biriktirebilmiş. Ne mutlu onlara. Ekonomik kriz kimleri vurdu ? Bu araştırma sonuçları bize bir şeyi apaçık gösteriyor. Türkiye, esnafı ile, işçisi ile sanayicisi ile yani tüm özel kesim çalışanı ile iki yıldır ekonomik problemlerin altında kıvranıyor. Nitelikli yüzbinlerce kişi işsiz kalırken, binlerce işyeri kapanıyor, maaşlar reel olarak geriliyor, birçok çalışan aylarca maaş almadan çalışmak zorunda kalıyor. Tasarruflar eriyor, tüketim azalıyor. Ama bir kesim var ki kriz onlar için izlenen, gözlenen ama pek de hissedilmeyen bir durum. Onlar maaşlarını düzenli olarak, bir gün bile aksamadan alıyorlar, hatta enflasyon oranında maaşları artıyor, işsiz kalmak gibi bir korkuları, özlük haklarının azalması gibi bir endişeleri yok. Ne çalışma saatleri artıyor, ne maaşları indiriliyor, ne de işsiz kalıp iş aramak zorunda kalıyorlar. Kim mi bu talihli insanlar? Devletin koskoca memurları tabii ki. Onlar devletin ali menfaatleri için gecelerini gündüzlerine katarken, bir de işsiz kalma, maaş alamama gibi sıkıntılarla uğraşacak değiller ya. Ama özel sektörde çalışanlar, esnaf krizin pençesinde işlerinden, gelirlerinden olmuşlar , ne gam! Onlar da devlete memur yazılsalardı ! Özel sektörün dramı Ankara tabii ki bir sembol bu yazıda. Kastettiğimiz bir şehrin insanı değil, Türkiye'de haksız işleyen devlet çarkının yol açtığı çarpıklık. Türkiye ekonomik gelişmesini hep özel sektör ile sağladı, devlet ise hantal bürokrasisi ve ayak bağı kuralları ile bu gelişmede özel sektörün işini zorlaştırıcı oldu. Şirketler, üretimi artırdıkça, kar ettikçe daha fazla vergi vermek zorunda kaldılar, sermaye olarak biriktirmeleri gereken paraları devlete bir çok isim altında vergi olarak verdiler. Devlet ise , özellikle son birkaç yılda , topladığı vergileri reel ekonomiye yönlendirmek yerine , yanlış politikalar sonucu çığ gibi büyüyen kamu borcunun faizini ödemekte kullandı. Bu çarpık sistem, müsebbibi olan devletin yanlış yönetimi ile tıkanınca kriz oluştu; ne hazindir ki, krizin sillesini de yine sebep olanlar yerine maruz kalanlar yedi. Devlet ise, yol açtığı hasarı tamir etmek için yeni vergiler saldı, insanların azalan gelirlerinden daha çok pay almaya başladı. Deprem Vergisi İstanbul ile ilgili açıklanan son deprem raporu, acil önlemler almak gerektiğini söylüyor. Ama bu önlemler için devlette kaynak yok. Halbuki aynı devlet değil miydi, Marmara depremi sonrasında bu önlemleri almak için gerekli kaynağı toplamak amacıyla elektrikten telefona kadar birçok temel tüketim kalemine "deprem vergisi" koyan. Bizler halen bu vergiyi ödüyoruz. Bugüne kadar ise bu vergi kapsamında toplanan para tam 3,2 milyar dolar. Peki, nasıl oluyor da devlet depreme hazırlık için kaynak yok diyebiliyor diye hiç düşünmeyin. Yüce devletimiz, toplanan bu parayı depremden daha önemli başka alanlara harcayıvermiş. Hangi alanlara mı?. Belki iç borç faizine , belki memur maaşları ve zam farklarına.Aynı devlet , elektrikten "TRT payı" diye trilyonlar toplayıp, birçok özel televizyonun personel toplamından fazla sayıdaki TRT personelinin maaşlarını ödüyor aynı zamanda. Böyle bir düzende, krizin en az uğradığı şehrin Ankara olmasından daha tabii ne olabilir ki. Türkiye, seçim ortamına işte bu çarpık düzenin çok keskin sancıları ile giriyor. Testiyi kıranların değil, dolduranların sürekli dayak yediği bu düzende, adına ister "tepki oyları", ister "öfke oyları" deyin, bundan başka bir tablo ile karşılaşmanız ne yazık ki mümkün olamaz.