Aslına rücu

A -
A +

Değişim, dönüşüm filan diyoruz ya... Aslında bütün bunlar Türkiye'nin devletiyle toplumuyla, siyasetiyle geç kalan olgunlaşması... Yapay bir ulus devlet paradigması üzerine tutturulmaya çalışan -ve fakat bir türlü tutmayan- 80 yıllık retoriğin çökmesi... Yatağından taşınmaya uğraşılmış bir ülke tarihinin, yapay bentlere rağmen, kendi yatağına dönmesi... Dünyanın en yalın gerçeklerinden biri, her şeyin aslına rücu etmesidir. Aslına, yani sahici, hakiki ve doğal olana... Osmanlı'nın bakiyesi üzerine, 'üretilmiş bir tarih, uydurulmuş bir dil ve türetilmiş bir kültür' yerleştirip 'işte bu ulus devlet' denilmiş. 'Yahu bu ülkenin bir geçmişi, bir mirası vardı' diyecek olana höt denmiş. Yapay bir devlet mekanizmasının kendi vatandaşına karşı sürekli 'korunup kollanması' ihtiyacı doğduğundan, silahı elinde tutanlar bu kollama işi ile görevlendirilmiş. O da ülkeye hiza intizam vermiş, veremediği yerde de darbe yapıp toplumu resetlemiş. Lakin toplum cep telefonu değil ki, fabrika ayarlarına geri dönsün! Her darbeden sonraki ilk 'kör topal seçimde' yine doğal mecrasına akmış. İşte 2001, 'korunup kollanan' bu yapay düzenin büyük çöküşünün başlangıcı oldu. Müesses nizamın 'ötekisinin' bütün özelliklerini taşıyan bir adam ve diğer ötekilerin buluştuğu bir siyasi kadro seçilip geldi iktidara... Koruyup kolladıkları yapay düzenin çökmekte olduğunu fark etmeyenler, eski alışkanlıkla hemen teyakkuza geçtiler. Darbe planladılar, 'rahatsızız' diye manşet attırdılar, cumhuriyet mitingleri düzenlediler. Baktılar olmuyor 'bizzat kaleme aldıkları' bir muhtıra yayınladılar. İnternet'te kara propaganda siteleri kurdular, andıçlar hazırladılar. 'Herkes duracağı yeri seçsin' diye parmak salladılar. Savaş gemisinin güvertesine çıkıp 'aba altından sopa' gösterdiler. Ama olmadı. Değişim, dönüşüm durmadı. Zira su yolunu bir kere buldu mu, akışı kesmek mümkün olmuyor. Düzenin sahibi olduklarına inananlar, bu ülkede 'son sözü hep söyleyeceklerini zannedenler' şimdi irkilerek bir gerçeği fark ediyorlar: Bu ülkenin -esasen her ülkenin- sahibi, o ülkenin halkıdır. Ve eninde sonunda o ülke 'üzerine geçirilen kalıplardan, prangalardan' kurtulup kendisi olur. Sesleriyle, renkleriyle, yaşantılarıyla... Türkiye'de olan da budur. Bilinçaltı ve özür Genelkurmay Başkanı verdiği mülakatta 'Milli Savunma Bakanı gelip özür diledi' deyince birçoklarımız 'nasıl yani!' dedi refleks olarak... Öyle ya, hani askeri vesayet bitmişti, seçilmiş bir bakan, askeri bir bürokrattan niye özür dilesindi! Hayır, bir nezaketsizlik olması durumunda üst astından da özür dilerdi tabii ki... Lakin özre konu olan konuşma bir nezaketsizlik değil irade beyanı idi. M. Savunma Bakanı bir soru üzerine 'asker evet dese ne olacak, hayır dese ne olacak' mealinde konuşmuştu. O halde bu özür niye idi? Buraya kadar yazdığım düşünce ve soru silsilesi, mülakatı okuyunca birçoklarının zihninde beliriverdi. Ancak... İki hususu unutmamak lazım: Birincisi, Genelkurmay Başkanı -hâlâ- Milli Savunma Bakanı'na değil Başbakan'a bağlı ve protokolde de bakandan önde... İkincisi, değişiklikler kurumsallaşmayınca, bilinçaltları devreye giriyor.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.