Bir dönem, sabık bir siyasetçimizin söylediği bir söz vardı. "AB yolu Diyarbakır'dan geçer." Sonra bu sözü herkes lastik gibi uzattı; AB yolunu kimisi Kıbrıs'tan, kimisi Ege'den, kimisi Brüksel'den geçirmeye başladı. Yolun nereden geçtiğini anlamak için, önce yolun menzilini, yani ulaşacağı yeri bilmek lazım. Avrupa Birliği bir medeniyet ve gelişmişlik projesi her şeyden evvel. Üstelik AB'nin tarif ettiği medeniyet, sadece iktisadi kalkınma ve zenginleşme değil. Sosyal, hukuki, kültürel düzeyin yükselmesi kast edilen. Kısacası topyekun bir "yaşam kalitesini yükseltme" çabası. Yüce dinimizin: "tamir-i bilad, terfih-i ibad" şeklindeki medeniyet tarifi ile, Avrupa Birliği'nin medeniyet kavramı benzeşiyor. Yani "beldelerin imar edilmesi, yaşayanların refahının sağlanması." O halde, Türkiye, AB üyeliğine bu perspektiften bakmalı, değil mi? Üyelik için gerekli bürokratik prosedürlerin ve rakamsal kriterlerin ikmal edilmesi olmamalı amaç. Medenileşmek, çağdaş ve evrensel düzeye hem iktisadi hem sosyal, hem de kavram olarak ulaşmak olarak algılamalıyız bu süreci. Powell'ın mektubu ABD Dışişleri Bakanı C.Powell'ın Dışişleri Bakanı Gül'e gönderdiği mektupta, Türkiye'nin demokrasi ve insan hakları düzeyinin halen yetersiz olduğuna dikkat çekiliyor ve AB kriterlerine atıfta bulunuluyor. Üyelik için gerekli yasal düzenlemeler yapılmakla beraber uygulamaya geçirilmediğini, siyasi iradeye hariçten müdahaleler olduğu, yargının dış etkilere maruz kaldığı, işkencenin halen devam ettiği belirtiliyor raporda. Tabii bu mektubu "içişlerimize müdahale" olarak algılayıp kızanlar olacaktır. Ama bir an için düşünün. Tespitlerin içinde katılmadığınız var mı? AB üyelik sürecinde bizden istenen, aslında medeniyet seviyemizin yükselmesidir. Yani yol ne şuradan, ne buradan geçmiyor. Demokrasi, özgürlük ve işleyen bir hukuk sistemi bu yolun kilometre taşlarıdır. Türkiye, kompleks ve korkularından arınıp uygar devlet olma iradesini gerçekten gösterdiğinde, Avrupa Birliği yolunu katetmiş olacaktır.