Avrupa da, Fransa da travmatik bir şaşkınlık yaşıyor Pazar gecesinden beri. Anketlerde hep önde giden "hayır"lara karşılık, son anda kılpayı da olsa "evet" ümidinde olan Avrupa'nın siyasi elitleri, "10 puanlık farkla gelen red" ile sarsılmış durumdalar. Birliği siyasi olarak güçlendirecek ve biraz daha "yekvücut" yapacak antlaşmanın, birliğin hem kurucusu, hem de en büyük ikinci ekonomisine sahip Fransa tarafından reddi, AB'nin "senkronunu bozdu". Avrupa bu şaşkınlığı yaşarken, Fransa'nın içinde de ortalık toz duman... Referandum gecesi, Fransız kanalı TV5'te tartışan ve birbirlerini suçlayan siyasi parti liderlerini dinlerken, temsili demokrasinin beşiği olan bu kibirli ülkenin, "doğrudan demokrasi"nin darbesi ile sarsıldığını düşündüm. Kafalar o denli karışık ki, faşist lider Le Pen ile komünist parti (PCF)'nin aynı safta buluşması, Fransız solunun zihnini allak bullak etmiş. Tek oy, çok gerekçe Şurası bir gerçek: Yüzde 55'lik hayır cephesi, heterojen bir yapı arzediyor. Basit bir misal: Biz Türkiye olarak bu referandumu ilk başta neden çok önemsedik? Le Pen'in de gazıyla, "Anayasaya hayır, Türkiye'ye de hayır" zannettik. Oysa yapılan anketlere göre hayırcıların tamamı değil, % 52'si Türkiye'nin üyeliğini istemezken, evetçilerde bu oran % 31. Yani referandum ile bizim üyelik mevzuu zihinlerde ayrışmış durumda. Nitekim, AB komisyonundan, başkanından ve dönem başkanından çok net açıklamalar geldi: Türkiye 3 Ekim'de müzakerelere başlar. Bırakalım da "hayır"ı ve onun AB siyaseti üzerindeki travmasını AB üyeleri düşünsün. Avrupa, gelecekte daha güçlü bir siyasi birlik mi olacak, yoksa ekonomik birlik olmayı mı öne çıkaracak, hep beraber göreceğiz. Kasım 2006'ya kadar, bu anayasaya direnç devam ederse, mevcut yapı korunmaya devam eder. Bizim müzakerelerimiz ve üyeliğimiz de, mevcut 4 anlaşmaya (Roma, Nice, Maastricht, Amsterdam) göre gerçekleşir. Türkiye karşıtlığı mı? Hele biz kriterleri yerine getirip, daha demokratik, daha kalkınmış ve daha özgür bir ülke olalım da...