Böyle bir durumla ilk defa karşılaşıyoruz. Eskiden dünyada bir kriz çıkardı ve Türkiye kaçınılmaz olarak "ilk ve en çok etkilenen" ülkelerden olurdu. Veya kendi krizimizi çıkarıp içinde debelenmeye başlardık. Fakat bu defa farklı... Küresel kriz önce Amerika'yı, sonra Avrupa'yı yere serdi; oradan da dünyanın geri kalanına sirayet etmeye başladı. Türkiye de -kaçınılmaz olarak- etkileniyor. Lakin, etkinin boyutu ve süresi hakkında tam bir kafa karışıklığı yaşanıyor... Medyanın üstün(!) gayretleriyle oluşan bilgi kirliliği de cabası... Krizden etkilenmeyeceğiz diyen yok... Ancak etkinin şiddeti ve korunma yolları hakkında ise birbirini -neredeyse külliyen reddeden- görüşler var. IMF ile yapılacak anlaşmaya "hayati önem" atfedenler bir tarafta, IMF anlaşmasına "kesinlikle ihtiyaç olmadığını" söyleyenler diğer tarafta... *** IMF'nin mali disiplin ve bütçe dengesinin sağlanmasında rolü inkâr edilemez. Mevcut kriz ortamında IMF ile anlaşan bir Türkiye, hem ödemeler dengesi açısından hem de mali disiplin açısından bir güvence sağlamış olur. Ancak, klasik bir stand-by, sıkı para politikası demek... Yani yüksek faiz-düşük kur... Oysa krizin salladığı dünyada aynı zamanda yeni iş fırsatları da oluşacaktır. Türkiye bu fırsatları değerlendirecek rekabet gücüne sahip olmalıdır. Bu da düşük değil yüksek kur ve "görece" gevşek bir para politikası ile olabilir. İşte "IMF itirazcıları"nın da çıkış noktası bu... Stand-by cenderesine girmiş bir ülkenin, rekabet ve üretim gücünü sağlayamayacağı için fırsatları kullanamayacağını söylüyorlar. Kısacası krizden çıkış için bir grup defansif (savunmacı) tedbirleri, diğer grup ofansif (saldırgan) politikaları çare olarak görüyorlar. *** Mali disiplin Türkiye için vazgeçilmez bir önceliktir. Bütçe fazlası olmayan bir ülkenin kamu açığı üreten gevşek bir politika izlemesi, bir adım sonrasında "kamu borçlanması" denilen ve yıllarca boğazımızı sıkan sarmala yeniden girmek demektir. Ancak, krizin değiştirdiği "status quo", Türkiye'nin dışsatımını, hem mal hem hizmet olarak artırması için altın fırsatlar da sunabilir. Bu fırsatlar, IMF'nin yüksek faize dayalı sıkı para politikasıyla değerlendirilemez. O halde, IMF'li veya IMF'siz, "melez" bir yöntem üzerinde düşünülemez mi? Türkiye'yi ihracata dayalı büyüme eksenine oturtan ama kamu maliyesini de kevgire çevirmeyen "melez" bir program neden düşünülmüyor ki?