Bir ülke düşünün, meclisi seçim kararı alsın, biri hariç tüm siyasi partileri yarışırcasına seçim istesinler, seçim tarihine üç aydan az bir zaman kalsın ama hâlâ seçim olmama ihtimali ciddi olarak konuşulabilsin. Hatta seçim olmaması için, seçimi ne kadar çok istediklerini anlatan partiler, gizli görüşmelerle, pazarlıklarla "seçimi nasıl erteleriz"in formüllerini arasınlar. Bir ülke düşünün, siyasi elitler, ülke yönetiminin manivelasını ellerinden bırakmamak için komplo teorisyenlerinin aklını durduracak senaryolar üretsinler. Üstelik demokrasi ile yönetildiği söylenen bu ülkede, demokrasinin temel unsuru olan seçmenin tercihi değil, siyaset elitinin tercihi ülkenin siyasi geleceğini şekillendirsin. Bir ülke düşünün, oylarını üçte birlere düşürmüş olan politikacılar, halen yeniden seçilebilme hesapları yapsınlar. Ve bir de şunu düşünün: siz böyle bir ülkede yaşıyor ve geleceğe umutla bakmak istiyor, ülkenizi kalkınmış, müreffeh ve uygar dünyada yerini almış olarak görmek istiyorsunuz. Ne kadar hazin bir çelişki değil mi? İki Ayrı Eksen Türkiye birbirinden kopuk iki ayrı eksen üzerinde hareket ediyor. Birinci eksen, halktan uzak, ülke insanının dert ve özlemlerinden bigane, hırs ve menfaat kavgası içinde olan ama yapay gündemi belirleyen seçkinci ve çıkarcı bir anlayışı taşıyor. Diğer eksen ise, ekonomik ve sosyal cenderenin içinde bunalan, çaresizlikten çıkış yollarını arayan, en büyük amaçları müreffeh ve mutlu bir ülkenin vatandaşları olarak yaşamak olan milyonların oluşturduğu umutları taşıyor. Bu iki eksenin kesişme noktaları yok denecek kadar az. Türkiye'deki siyasi kaos ve parçalanmışlığın altında belki de bu kopukluk ve çaresizliğin getirdiği dağınıklık yatıyor. Türk insanı kapalı kapılar ardında dönen pazarlıklar, ima ile, şifrelerle yapılan konuşmalar, omurgasız politikacılar istemiyor; bir avuç elitin bir araya gelerek kendi geleceklerini şekillendirmesine razı olmaya yanaşmıyor. Korku üzerine kurulan, reaksiyoner siyasi oluşumlar, söylemler ortalama türk insanına bir şey ifade etmiyor. Türk siyaseti bu gerçeğin farkına varıp yapay olanı değil, tabii olanı kendi eksenine oturtabildiği zaman hiç kuşkusuz bu ülke garip çelişkilerin değil, aklı selimin var olduğu bir noktaya gelecektir. Ak Parti ve Derviş Türkiye insanının ihtiyacı olan şey, zorlamasız ve kurgulanmamış , samimi bir yönetim anlayışı ve yenilenme hissidir. Bu iki ihtiyaca nisbi olarak cevap verebildikleri içindir ki Ak Parti ve Derviş seçmen tabanında teveccüh ile karşılanmaktadır. Oysa her iki unsur da çok parlak, iddialı ve hiç dile getirilmemiş şeyler söylememektedirler. Rahmetli Özal'ınkine benzer , radikal ve hiç duyulmayan, insanları heyecanlandıran hedefler yok bu söylemlerde. Ama her iki taraf da arınmadan, yenilenmeden, tazelenmeden bahsediyor. Son on yılın ağırlaşmış siyasi yapısının insanları bunaltması, birbirinin kopyası olan ilkesiz ve oportünist siyasetçi profili sebebiyle de bu arınma ve yenilenme vaadi büyük sempati topluyor. Diğer taraftan, gerek Derviş, gerekse Ak Parti siyasi yelpazede bulundukları noktalardan merkeze doğru hareketlenerek hem daha geniş kitleleri kapsamaya başlıyor hem de farkında olmadan birbirlerinin kapsama alanına giriyorlar. Türk siyasetinin bugünkü dağınık yapısından , çıkış yolu olarak gösterilen iki veya üç çekim merkezli yeni bir yapıya doğru hareketlenmenin başlangıcı sayılabilecek bir dinamik ile karşı karşıya olabilir Türkiye. Doğrusu yanlışı bir tarafa, böyle bir sosyal gerçeklik ihtimalini de göz ardı etmemek gerekir. Ekonomik Gerçekçilik Türkiye'nin yönetimine talip olan herkesin önünde çok açık ve net bir ekonomi gerçeği var: Yanlış siyasi ve iktisadi bir yapının getirdiği ekonomik kaostan kurtulma çabası içinde olan ve bu çabayı olumlu sonuçlandırabilecek kapasiteye, yeterliliğe sahip bir ülke . Türkiye ekonomisi artık disipline edilmiş, yapısal reformları tamamlanmış ve birçok yanlışından arınma yoluna girmiş görünüyor. Şimdi bu süreci hızlandırma ve uygulama ,diğer bir ifade ile iş yapma zamanı. Seçim sonrası Türkiye'nin bir numaralı önceliği budur.