Ülkenin son 20 yıldaki en sıkıntılı ve ağır meselesi nedir? diye sorulsa... Gelen cevapların kahir ekseriyeti 'Kürt meselesi' olur. 2001'deki ülke tarihinin en berbat ekonomik felaketi dahil hiçbir mesele bu ülkeye iktisadi, sosyal, siyasi hatta psikolojik olarak Kürt meselesi kadar zarar vermedi. Adı Kürt ama 'faili Kürt olmayan' bir mesele bu... Faili, müsebbibi kurulu düzen veya resmî ideoloji veya bürokratik vesayet.. Veya bunların hepsi... Sebepleri sosyal ve siyasi olan bir meseleyi -sadece- güvenlik yöntemleriyle, üstelik de her türlü 'gayri insani' yolla çözeceğini zannedenler 90'lı yıllarda içinden çıkılmaz bir girdaba çevirmişler meseleyi... Türkiye Kürt meselesini sosyal, iktisadi, siyasi olarak çözmeden sulh ve sükun bulamayacak. Selamet limanına varamayacak. Güvenlik tedbirleri, çözüm değil, çözüme giden yolda zorunlu bir viraj sadece... Virajı dönerken çevirdiğiniz direksiyonu, viraj bittikten sonra da çevrili tutmaya devam ederseniz şarampole yuvarlanırsınız. Esas olan siyasi ve sosyal çözümdür. Türkiye'de de ilk defa meseleyi 'güvenlik bürokrasisinin tekelinden' kurtarıp kendi inisiyatif alan bir siyasi iktidar ve Başbakan var. Hakkaniyetli olmak lazım; 2007'den sonra Başbakan Erdoğan askerin 'girilmez' alanlarından olan Kürt meselesinde siyasi olarak manivelayı eline aldı. Yeterlidir, değildir tartışılır ama çok da mesafe alındı çözüm için... Üstelik çözümün tarafı olması gereken Kürt siyasi hareketinin çözümsüzlük için -neredeyse- özel çaba sarf etmesine rağmen... Türkiye bu prangadan ne yapıp edip kurtulmak zorunda... İnsani, siyasi, iktisadi unsurları içeren bir çözümle... Bu çözüm ancak Başbakan Erdoğan gibi güçlü ve pragmatik bir siyasi liderle mümkün olabilir. Ön yargıları ve hissi tepkileri bir kenara koyup iz'anla düşünme zamanı... Özal'ı bir kere daha rahmet ve minnetle yâd etmek lazım: 'Kürt meselesi çözülmeden büyük devlet olamayız' demişti, 20 yıl önce... El hak doğru... Keman çalan Pargalı TV dizisinde senaristler Pargalı İbrahim'e keman çaldırınca, tarihçi Mustafa Armağan da isyan etmiş. 'O tarihte keman yoktu; Pargalı'nın çaldığı Vivaldi ise 300 yıl sonra doğmuştu' diyor Armağan... TV dizilerinin hâli malum... Konu Osmanlı olduğunda devreye giren ön yargılar ve oryantalist fanteziler de malum... Kanuni dönemi Osmanlı sarayında geçen alelâde bir dizi senaryosundan ne bekliyordunuz ki.. Gösterime giren Fetih 1453 filmini de çok hamasi bulanlar olmuş. Neticede film bu, belgesel değil... Seyircinin duygusuna, öfkesine, merhametine oynayacak. Bilirsiniz, senaryosu gerçek olaylara dayanan veya esinlenilen filmlerin başında 'hikâyede geçen kişi ve diyalogların gerçek olmadığına' dair bir uyarı çıkar. Kurtlar Vadisi en bilinen misaldir buna... Amaç 'esinlenilen' olayda geçen kişiler dava açmasın, itiraz etmesindir. Tarihî filmlerde ise 'senaryonun hikâyeleştirdiği' kişiler hayatta değil; dava açmaları imkânsız... Ama yine de 'bu filmde/dizide geçen olaylar senaryoya uygun olarak değiştirilmiştir, gerçeği bire bir yansıtmaz' şeklinde bir ibare konsa keşke...