Kriz, terör, resesyon, likidite darlığı, şehit, ergenekon, rüşvet, küresel ısınma, trafik, muhtıra, tehdit, statüko, yasak, cari açık... Bir ülke düşünün ki, üzerinize her gün bu kelimeler yağıyor. Siyasetçisi kavga ediyor, generali sert mesaj veriyor, iş adamı feryat ediyor, yorumcusu moral bozuyor. Bu ülke Türkiye... Her güne başka bir tedirginlikle, başka bir gerginlikle uyandığımız güzel ülkemiz... Siyasî gerilim bitmeden muhtıra gerilimine giren, seçim belirsizliği bitmeden Cumhurbaşkanlığı tedirginliği yaşayan, parti kapatma korkusu bitmeden ekonomik kriz endişesine düşen bir kaotik ülke... *** Kimi zaman yorulduğumu, usandığımı hissediyorum bu ülkede yaşıyor olmaktan... Muhayyel düşmanlara karşı uyarılmaktan, korkutulmaktan, hizaya sokulmaktan usandığımı, geçmişin berbat siyasetçileri yüzünden krizlere düçar olmaktan yorulduğumu hissediyorum. Bana, bize yani halka güvenmeyen, güvenmediğiyle kalmayıp şüphelenen bürokratik elite rüştümü ispat etmeye çalışmaktan, ideolojik devlet aygıtı tarafından kategorize edilmekten usandığımı düşünüyorum. Topallamayan demokrasiyi, aksamayan özgürlüğü talep etmekten ve fakat bir türlü ulaşamamaktan bitap düştüğümü hissediyorum. İktisadi gelişmişlik ile insani gelişmişlik arasındaki rabıtayı bir türlü tam olarak kuramayan bir ülkenin yurttaşı olmaktan yıprandığımı fark ediyorum. *** Yine de diyorum, bu ülke muazzam tarihiyle, dinamizmiyle, manevi hasletleriyle, her şeye rağmen gülmesini bilen insanlarıyla benim ülkem... Doğduğum, doyduğum ve en önemlisi "sevdiğim" yurdum... Kavga eden siyasetçisine, azarlayan bürokratına, şikayet eden iş adamına rağmen, manevi ikliminde öğrendiğim tevekkülle geleceğime umutla bakmaya devam ediyorum yine de. Gerçekten demokratik, gerçekten özgür ve gerçekten uygar bir ülkenin ulaşılabilir bir hayal olduğuna inanarak... Ve "bu da geçer ya hu" diyerek...