Dün iki haber vardı ekonomi esnafının gündeminde: 1) euronun YTL karşısında tarihinin en yüksek değerine ulaşması 2) Belçikalı bankacılık devi Dexia'nın Denizbank'ı satın almak için anlaşma imzaladığını açıklaması. Birinci haberi, doların seviyesi ve yükselen bono faizleri ile birlikte okursak, "yahu ne oluyoruz, işler iyiye gitmiyor mu?" diyesimiz gelir. İkinci haberi okuduğumuzda ise "elin oğlu 2.5 milyar doları gözünü kırpmadan Türkiye'ye yatırıyor; memleketin geleceği güzel görünüyor demek ki" yorumunu yapabiliriz. Son bir ayda, çokça dış konjonktür, biraz da iç siyasetin o bilinen hayhuyu sebebiyle Türkiye piyasalarında bir çalkantı hali var. Kısa vadeli yabancı portföylerinin, bilhassa da hedge fonlarının hızlı bir şekilde pozisyon kapatmaları neticesinde yaşanan bu çalkalanma, zihninde geçmiş krizlerin açtığı derin kanallar bulunan ahalide adı konmamış tedirginliklere neden oluyor. Bu da hayat... Oysa, sıcak para dediğimiz fonların hareket tarzı budur. Konar göçer paradır bunlar. Şimdi kârlarını ceplerine koyup giden bu fonların, Türkiye'nin kısa vadeli cazibesi tekrar arttığında yeniden sökün ettiklerini hep birlikte göreceğiz. Peki risk? Tabii ki var, hep de olacak. Pazar ekonomisi, risk ve getiri zemininde seyreder. Siyasi, konjonktürel, coğrafi riskler zaman zaman artar veya azalır. Piyasa da yatırımlarını buna göre fiyatlar. Ama para ve sermaye piyasasında risklerin daha fazla fiyatlandığı her dönemde "eyvah kriz" demek, pek akıl kârı olmasa gerektir. Unutmayın, kriz önce devletin maliyesinde ve bankacılık sisteminde tezahür eder. Buralarda işler normal seyrinde ise, işinize bakın. Dövizin ve bononun son yılların en yüksek seviyesine çıktığı ve kötümser esnafının yüksek perdeden felaket senaryoları anlattığı bir günde, yabancı bir yatırımcının ülkenin geleceğine yatırım yaptığı haberinin de çıkmasına hoş bir tesadüf de diyebilirsiniz, yaman bir çelişki de... Hayat da aynı değil mi dostlar; dün sizi hayatla barıştıran kimi tesadüfler gün gelip bir çelişki yumağı olarak yüreğinize oturmuyor mu sanki...