Bir şehirde yaşamak denildiğinde ne anlıyorsunuz? Çalışmak, koşturmak, trafikte boğuşmak? Hırs, hedef, mücadele? Başarmak, elde etmek, alt etmek? Şehirde yaşamak, hatta sadece yaşamak bunlardan mı ibaret? Evet ise cevabınız, bu yazıya naif bir romantizm deyip geçebilirsiniz. Değilse, içinizde bir yerlere dokunabilirim belki... *** İstanbul mesela.... Bir tarafıyla kaosun, keşmekeşin, kalabalığın zirve yaptığı şehir... Ama aynı kaosun, kalabalığın insana münzevi olabilme hakkını da verdiği... Her heyecanın, her sevincin, her merakın karşılık bulabildiği... Kimi zaman depresif, kimi zaman coşkun bir şehir... Sükunet arayana da, teselli arayana da istediğini verir İstanbul... Kimseyle paylaşamadığınızda derdinizi de, sevincinizi de paylaşmaya hazırdır. Tercih hakkı verir size... *** Bu şehrin keyfini sürmek için çok para lazım demeyin sakın... İstanbul'da yaşamak, rezidans denilen lüks hapishanelerle alışveriş merkezlerinden ibaretse, o zaman çok para da lazım, hırs ve mücadele de... Ama vapurda içilen bir çay, Taksim'de yenilen bir simit, tuzu kuru olanla olmayanın mutlulukta eşitlendiği hazlardır. Kapalıçarşı'nın her sokakta değişen masalsı ortamında dolaşmak için, İstiklal Caddesinin rengârenk kalabalığında kaybolmak için paraya, güce, şöhrete, unvana ihtiyaç yok ki... *** Yazıyı okudunuz. "Bunlar boş romantizm, karın doyurmaz" fikrinde ısrarlıysanız, söylediklerimi unutun gitsin. "Karın ekmek peynirle de doyar, ben hissederek yaşamak istiyorum" diyorsanız, yaşadığınız şehir tüm sahiciliğiyle orada duruyor. Yapmanız gereken, uzanıp dokunmak; hepsi bu...