Kriz sonrası dünyanın -ve tabii bizim- tartıştığımız çok önemli bir konu var: Büyüme istihdam üretmezse ne olacak? Ekonomik büyüme, Gayrisafi Milli Hasıla (GSMH) artışı demek... Yani bir ülke ekonomisinin toplam üretimindeki artış... Bir ülkenin iktisadi gelişiminde temel alınan kriterlerden birisi... Kişi başı milli gelir de, GSMH'nin nüfusa bölünmesiyle hesaplanıyor. Pay, paydadan daha çok artarsa, ülkenin refah düzeyinin arttığı varsayılıyor. Varsayılıyor da... Refahın artışı için aritmetik bir işlem yeterli olmuyor tabii.. Ülkenin ürettiği toplam değer, basit bir bölme işlemindeki gibi kolayca dağılmıyor. O üretimin kaç kişinin çalışmasıyla elde edildiği, yani kaç kişiye iş ve aş sağladığı önemli... *** Teknoloji ilerledikçe sermayenin verimliliği artıyor. Bir birim sermaye ile daha çok üretim yapılıyor. Yani sermayedar kazanıyor. Peki çalışanlar? Orada durum pek parlak değil... Her üretim artışı, yeni istihdam anlamına gelmiyor. Ülkenin toplam üretimi artıyor ama, o üretim artışı, "paydadaki" ülke nüfusu tarafından hakça bölüşülmeyebiliyor. Kriz sonrasında belirginleşen bu "yaman çelişki" bugünün meselesi de değil... Kapitalizm ile Marksizmin tarihsel çelişkisi bu... *** Belki de liberal ekonomi politikalarının refahı tek başına sağlayamayacağı yeni bir dönemin başındayız. Sermayenin -daha az işçi, daha çok teknoloji ve verimlilik- ile ürettiği değerin bir bölümünü toplumun paylaşımına vereceği "sosyal aktarma mekanizmaları"nın tartışılması gereken bir dönemin... Zira, üretim artışı toplamda zengin bir ülke olmayı sağlayabilir ama... Müreffeh bir toplum olmak için bu üretimden elde edilen "hasılanın" paydaşı olabilmek de lazım... Kriz birçok şeyi yeniden düşünmeye sevk etti hepimizi... "Refahı artırmayan büyüme" çelişkisi de bunlardan birisi... TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu doğru söylüyor aslında: Bizim meselemiz iş ve aş meselesi...