Ilk 6 ayda ekonominin yüzde 2,9 büyüdüğü, yani bir önceki yılın üçte biri kadar büyüdüğümüz ortaya çıkınca bir sevinç kapladı ortalığı, sormayın gitsin. Hani insanın 'yahu bu büyüme ne fena bir şeymiş meğerse' diyesi geliyor. İşin ironik yüzü bir yana, bu kadar sevincin sebebi, metaforsever iktisatçılar ile editörlerin bayıldığı 'yumuşak iniş-soft landing'in başarılmış olması... Neydi yılbaşındaki vaziyet? Ülke ekonomisi iç tüketim gazıyla hızlı bir büyüme yakalamış, ithalatın buna paralel artışıyla cari açık zıplamış, ekonomistler, TÜSİAD, Moody's filan dertlere düşmüşlerdi. Ya bu cari açık finanse edilemezse ne olurdu? Acilen frene basılmalı, büyüme yavaşlatılmalı, faizler yoluyla iç tüketim baskılanmalı ve cari açık aşağı çekilmeliydi. Gerçi 'felakete giden yol' olarak tarif edilen ve 'finanse edilemezse' diye kâbuslar görülen cari açık, dünya finans piyasasında dönen paranın binde bilmem kaçıydı ama yine de korku dağları bekliyordu tabii... Neticede büyüme yavaşladı, cari açık üçte bir azaldı. Yumuşak inişi başardık yani.. Lakin, gelişmekte olan, genç nüfusu yüksek -3 çocukla birlikte daha da yükselecek- kentleşme oranı hızla artan bir ülke olarak bizim uçağın inişe değil, uçuşa devam etmesi lazım... Nüfusu yüzde 2 büyüyen, toplam nüfusun 3'te birinin 18 yaş altında olduğu bir ülke istihdam için üretmeye, tüketmeye, ihraç etmeye mecburdur. Büyüme hızımız azaldı diye sevinmeye değil, tekrar nasıl hızlanırız diye düşünmeye ihtiyacımız var. Sevineceksek büyüme hızının düşmesine değil, büyümenin tamamının ihracattan gelmiş olmasına sevinelim. Ve, ihracata dayanan ama iç talepten de korkmayan bir büyümenin de sürdürülebilir olacağına inanalım. 'Tasarruf oranı düşük, o yüzden iç talep sağlıklı değil' diyenlere de sağlıklı günler dileyelim. >>> Eğitimde kentsel dönüşüm Okullar açılıyor. Milyonlarca çocuk ve genç -aralarında oğlum da var- 'Milli Eğitim' denilen devasa torna-tesviye tezgâhından geçmek için okullara doluşacaklar. Bir veli olarak mutlu muyum? Değilim, hiç değilim. Özü, ruhu, ideolojik referansları, uygulama biçimleri değişmeyen toptancı bir öğretim sisteminde yıllarını geçirecek bir çocuğun babası olarak mutlu olacak bir sebep de göremiyorum. Bakanlık -tabii ki iyi niyetle- ders saatlerini artırıyor, teneffüsleri 5 dakikaya indiriyor, okula başlama yaşını düşürüyor, mecburi eğitimi 12 yıla çıkarıyor. Lakin bunların hepsi, çocuğun 'sistemin' içinde daha uzun süre kalmasını, daha çok 'eğitime maruz bırakılmasını' sağlıyor, o kadar... Bu ülkenin 80 yıldır nesillerinin içinden geçtiği sistemin... Yapısal problemleri olan binaları kentsel dönüşüm ile yıkıp yeniden yapacaklar. Onların rehabilitasyonu, tadilatı için filan uğraşmayacaklar; zira bu çözüm değil.. Eğitim sistemi için de aynı dönüşüm süreci düşünülemez mi? Tadilat, sorunlu ve verimsiz bir yapıyı bir süre daha ayakta tutmaktan başka neye yarayacak?