Diplomasi denilen karmaşık ilişki ve kurallar manzumesine oldum olası aklım ermemiştir. Çok daha basit ifade edilebilecek konuları uzun ve girift cümlelerle anlatmak, gereksiz bir detaydan 'savaş sebebi' çıkarmak, birbiriyle bağlantısız olgulardan sorun -ve tabii çözüm- üretmek benim kavrayışımın dışında kalıyor. Misal, Dışişleri Bakanı'nın dünkü TV konuşmasından herkes yığınla sonuç, mana ve tahmin çıkarmış. Ben ise konuşmayı dinledim ama bir şey anlamadım. Yani konuşulanları anladım da, yorumcuların çıkardıkları sonuçları çıkaramadım. O yüzden 'yok casus belli oluştu, yok NATO 4. Madde, yok karasuyu, havasahası' filan işlerine girmeyeceğim. Bu arada, paylaşmadan edemedim: TV'lerde'elinde sopa ile harita dürten emekli asker' görüntüleri beklerken, bir haber kanalının genel yayın müdürünü harita önüne geçmiş, 'uçak şuradan uçtu, karasu buradan başladı' diye stratejik izahatlar yaptığını görüp hafiften dumura uğradığımı söyleyeyim. Her neyse, söyleyeceğim şu idi: Binlerle insanın ölümü, ülkelerin halklarıyla mahvolması demek olan savaş, esasen ne kadar entipüften sebeplerle çıkabiliyor. Bir askerî keşif uçağının başka bir ülke tarafından düşürülmesi önemsiz bir durum değil tabii ki... O uçaktaki pilotların hayatı da birçok diplomatik atraksiyondan daha ehemmiyetli... Lakin, bir uçağın vurulmasını, savaş gibi bir 'tabii olmayan afet' hali için yeterli sebep saymayı, insan olma halinin neresine koyacağız? Benim diplomasinin denge ve analizlerine 'kavrayışım yetmiyor' dediğim, bu ve benzeri durumlar işte... Gecekondu 70 yaşında Gecekonduları modern zamanların metropollere yüklediği bir sosyal mesele olarak düşünürüz ya... Üstad Necip Fazıl'ın Büyük Doğu dergisinin 1947 tarihli sayısında, 'gecekondular' başlıklı bir makale okuyunca, bu sıkıntılı ve yürek burkan problemin İstanbul'da 70 yıldır var olduğunu fark ettim. Nüfusu milyon bile olmayan eski başkent, o tarihlerde gecekondu problemi ile boğuşmaya başlamış. O zamanın gecekondu istilasına uğradığı bölgeler de, Mecidiyeköy, Veliefendi gibi, şimdilerin milyon dolarlık mahalleleri... Büyük Doğu'daki makale gecekondu meselesinin ne kadar kadim olduğunu fark ettirdiği gibi, bir başka şeyi daha düşündüm yeniden: İstanbul Cumhuriyet dönemiyle birlikte feci biçimde yağmalanmış. Bir yandan şehrin birçoğumuzdan eski mukimleri olan gayrimüslimleri şehirden kaçırtarak ellerindeki mülklere 'üç otuz paraya sahip olan' dönemin mütegallibeleri; Diğer yanda köyünden kopup gelen, -önce gerçekten sadece barınmak için- bir araziye gecekondu yapan ama daha sonra rantın farkına varıp, çevirdiği araziyi büyüten ve 'keskin bir fukaralıktan zenginliğe hızlandırılmış geçiş yapan' her dönemin uyanıkları... Bu şehri vahşi bir iştah ile tüketmişler. Şimdi mütegallibeler değişti ama bu güzide şehrin makus talihi aynı... Maalesef...