Cumartesi günü Bilgi Üniversitesi'nin Silahtarağa'daki harika kampüsündeydim. Bu üniversite "sürüden farklı" duruşuyla oldum olası ilgimi çeker ama, eski elektrik santralini dönüştürerek yaptıkları kampüs, bahçesiyle, binasıyla, ağaçlarıyla insanı yeniden üniversite öğrencisi olmaya özendiriyor. Eski ABD Başkanı Clinton'ı dinlemek üzere gitmiştim kampüse, yeniden öğrenci olmak değil haliyle... Konferans öncesinde dolaşırken "ülke değişiyor, gelişiyor" düşüncesi dönüp durdu zihnimde... Clinton da konuşmasına başladığında hızla değişen ve dikkat çeken bir Türkiye'den bahsetti. "21. Yüzyılı belirleyen ülkelerden olacaksınız" dedi. "Demokrasiye inancı ve İslamiyet'e bağlılığı olan ve zenginleşen Türkiye"nin AB için vazgeçilmezliğinden bahsetti. *** Küreselleşme denilen olgunun ne sosyolojik, ne de ekonomik olarak tam bir tarifi yapılamadı aslında... Nerede başlayıp bittiği, millet, devlet, egemenlik, mülkiyet gibi kavramların küreselleşme sürecinde nasıl karşılık buldukları hâlâ belirsiz... Lakin, küreselleşmenin kesin olarak ortaya koyduğu bir gerçek var artık hayatımızda: Karşılıklı bağımlılık... ABD eski başkanı da buna dikkat çekti. "Küresel kriz çıktığında, kasasında 2 trilyon doları olan Çin de etkilendi, 30 milyon Çinli işsiz kaldı" dedi. "Bir coğrafyada karışıklık, darbe gibi kötülükler varsa, siz bunun etkisinin dışında kalamazsınız" tespiti, herhalde en çok Türkiye'ye uyuyor. Bu sebeple, Türkiye'nin bölgesindeki barış çabalarını ve adaletsizliklere gösterdiği tepkiyi takdirle karşılıyor Clinton... Gazze'de İsrail'in uyguladığı insanlık dışı ablukaya Türkiye'nin reaksiyonunu alkışladı mesela... *** Clinton'ın konuşması, bu ülkenin geleceğe yürüyüşünü görmeyen, "battık, bölündük, içimizde hainler var"dan başka bir şey bilmeyenlere tesir eder mi bilmem. Ama "krizden hızla çıkabilen ve bir yıl önce yüzde 5 küçülürken bir yıl sonra yüzde 10 büyüyebilen bir ülkeniz var, bunun farkına varın" diyen ABD eski başkanının övücü sözlerinin, bu ülkede her şeyin kötüye gittiğine inananların hiç hoşuna gitmediğine eminim.