Kaçkar dağlarının zirvesinde idim geçen hafta. Tabiatın coşkun, derelerin taşkın olduğu Fırtına Vadisinde... Ankara'da koca koca adamlar mimikler ve semboller üzerinden rejimi tartışırken, kim kime yan baktı, selam verdi veya vermedi diye debelenirken, derenin sesiyle konuşan adamların dünyasında idim. Dünyanın en değerli 100 coğrafyasından birisi kabul edilen muhteşem vadinin derinliklerinde hayatın güzel ve sahici yanını bir kez daha hissettim. Rejim, statüko, iç ve dış düşman, kamusal alan gibi garabetler yoktu orada... Hayatın kendisi vardı, yaşadığı coğrafyayla barışık insanlar vardı. Ne kamusal alan-özel alan diye bir kavga, ne ülke bölünecek diye bir kaygı, ne rejim elden gidiyor diye bir evham... Ağaçla, suyla, dağla hemhal olmuş yaşamlar vardı Kaçkar'ın yaylalarında. Ankara ve ötesi Siyaset halk içindir. Ankara'nın elitleri ise halka rağmen ve halkı öteleyerek siyaset yapmaya devam ettikçe, halkın gerçeklerinden de hızla uzaklaşıyorlar. Ankara'ya bakarsanız kaos, korku ve kriz görürsünüz. Oysa gerçek Türkiye'nin fotoğrafı değildir bu. Gerçek Türkiye fotoğrafında umut dolu heyecanlar, geleceğe yönelik tasavvurlar var. Kimi zaman üzüntü, tereddüt, kimi zaman acı ve endişe de var tabii ki. Hayatın bütünü var orada... Statüko'nun seçkinlerinin, bürokratik zümrenin koparttığı velvele gerçek Türkiye'nin umurunda bile değil. Buna inanın. Çıkın çarşıya, sokağa, gidin Anadolu'nun kentine köyüne; Ankara'nın kasvetinden, geriliminden eser bulamayacaksınız. Ankara bürokrasisi ile Türkiye'nin arasındaki kocaman fark, aslında statüko temsilcilerinin halk ile ne denli kopuk olduklarının ispatı. Kaçkarlar'daki adam derelerin sesiyle konuşuyor, hayatın en içinden; Ankara'nın bir türlü duymak istemediği sesle...