Türkiye'nin politik jargonunda "derin" kelimesi statükoyu, kurulu düzeni tarif ediyor. "Derin Devlet" denildiğinde, devlet aygıtının bir bütün olarak, seçilmiş iradeden ayrı bir iradeyi ortaya koymasını, "manivelayı" elinde tutmasını anlıyoruz. Devlet aygıtını çalıştıranlar ise genel anlamda bürokratlar. Kanunları, yönetmelikleri yazan, uygulamasında teknik inisiyatif kullananlar aşağıdan yukarıya hiyerarşik olarak memurlardır. Yani atanmış görevliler. Ankara esasen siyaset değil, bir bürokrasi kentidir. Kanun koyma yetkisi Meclis'in, dolayısıyla seçimle gelmiş siyasi iradenindir. Ancak, kanun yazma tekniğini bilen, çıkarılan kanunun yönetmelik ve genelgelerini yazanlar, bilahare de uygulamasını yaparlar. O halde, tarifi tam yapılmamış bir egemenlikleri olduğu söylenebilir. Bu konunun zihnimde nasıl oluştuğunu söyleyeyim. Uzunca süredir gündemde olan, IMF'nin performans kriterleri arasında yer alan bir reform var: Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Kanunu. Bütçe'nin hazırlanması, uygulanması ve denetlenmesi süreçlerinde radikal değişiklikler yapan bir kanun. Kamu'nun gelir kaynaklarının elde edilmesi ve harcanmasına kesin prensipler koyan ve uygulayıcılara da hata yapmaları durumunda müeyyideler getiren bu düzenleme, Maliye Bakanlığının bütçe üzerindeki ağırlığını da azaltıyor. İşte bu noktada, Maliye bürokrasisinin tasarıya ciddi direnç gösterdikleri söyleniyor. Nitekim bana "derin bürokrasi" tanımında ilham veren de Maliye Bakanı Unakıtan'a atfedilen bir söz oldu: "Derin Maliye engellemezse yasayı çıkartırız". Zira tasarının, 6. gözden geçirmede de gündeme geldi, iki defa ( Haziran ve Ekim ) mecliste yasalaşacağına dair sözler verildi ama tutulamadı. Mali Yönetim Reformu, bütçe üzerinde merkezi otoritenin sınırsız etkinliğini azaltıyor ve kurallara bağlıyor. Savunma, istihbarat gibi güvenlik konularında da sınırlamalar getiriyor. Bütçe'den kısıtlama olmaksızın kaynak kullanan, bütçe'den pay alan ama harcamaları denetlenemeyen kurum ve kuruluşlar ile, devletin gelirlerini kontrol manivelasını tek başına elde tutmaya devam etmek isteyenlerin mukavemetlerini çok da yadırgamamak lazım. Türkiye son bir kaç yıldır değişmek isteyen ile statik kalmak isteyenin, ilerlemek isteyenle mevcudu muhafaza etmek isteyenin mücadelesine sahne oluyor. Ama statükoyu temsil edenler, yeri geldiğinde hassasiyetleri de kaşıyarak direnmeye devam etseler de şunu unutmamalıyız; "Değişmeyen tek şey değişimdir."