Seçim konusunun ülke gündemine girmesinden (veya sokulmasından) sonra tartışmaların odak noktası, ekonominin bundan nasıl etkileneceği idi. Hal böyle olunca da, ekonominin patronunun görüşleri ayrı bir önem kazanmaktaydı. Kemal Derviş, seçim tarihinin belirlenmesi görüşünü ilk ortaya atan hükümet üyesi olduğuna göre, bir bildiği olduğunu düşündü herkes. Perşembe günü de bir haber kanalında, Sn. Derviş'e atfen, seçim tarihinin belirlenmesi ile Hazine'nin ,yani devletin 30 milyar dolar kazanacağı yolunda bir haber çıktı. Gün boyunca defalarca verilen habere göre , Sn. Derviş seçim ile ilgili bu hesabını " yakın çevresine" anlatmıştı. "Yakın çevre"den kimlerin kastedildiğini bilmemekle beraber, hesabın nasıl yapıldığına gelelim: Seçim tarihinin belli olmasıyla birlikte halen % 8,5 olan reel faizler %2,5'a düşecek; 100 milyar dolarlık iç borca, böylelikle yılda 6 milyar dolar az faiz ödenecek, bu da 5 yılda 30 milyar dolar tasarruf sağlayacak. Hesap böyle. Kağıt üzerinde güzel görünüyor ama, gerçeklerle bağdaştığını söylemek bir hayli zor. Öncelikle, yıllık reel faizler % 8,5 değil, bono faizlerinde % 20 düzeyinde seyrediyor. Hatta, gecelik faizler esas alınırsa, bu rakam % 30'lara , kredi faizleri alındığında % 40'lara kadar çıkıyor. Diğer taraftan, seçim tarihinin ilan edilmesi izafi olarak bir belirlilik sağlasa dahi, seçim sonucunun bilinmezliği, 3'lü, 4'lü koalisyon ihtimallerinin yüksek olması ekonomik tedirginliği azaltmayacağı için, reel faizlerde hızlı bir düşüş olmasını beklemek fazla iyimserlik olur. Dolayısıyla, seçim tarihinin belirlenmesinin faizleri düşüreceği varsayımı gerçekçi olmadığı gibi, hesabın dayandığı faiz oranları da inandırıcı olamıyor. Türkiye bir erken seçimi ekonomik olarak kaldırabilir mi sorusuna ise iki cepheden cevap aramak gerekir. Birincisi, seçim ortamına girilmesi ile hükümetin bir seçim ekonomisi uygulayabileceği, yani oy almak için piyasaya likidite enjekte etme, sübvansiyon veya seçim yatırımı yapabileceği varsayımı. IMF programının yapısal reformları ile bu ihtimal pratikte düşük görünüyor. Çünkü, hükümetin Merkez Bankasından Hazineye avans çekerek veya kamu bankaları kaynaklarına yüklenerek bu tür harcamalar yapmasının önü yasal ve idari düzenlemeler ile ve özerklikler ile kapatılmış durumda. Bütçe düzenlemeleri de kaynağı belirli olmayan yatırımlara izin vermiyor. Kısacası, para muslukları, siyasetçinin oy uğruna para harcamasına pek müsait görünmüyor. Bu açıdan bakıldığında seçimin ülke ekonomisine olumsuz etki etmeyeceği söylenebilir. Ancak, ikinci cepheden baktığımızda durum biraz farklılaşıyor. Seçim ortamından ziyade, sandıktan çıkacak sonucun belirsizliği, koalisyon ve siyasi istikrarsızlık gibi ekonomik faktörleri hemen olumsuz etkileyebilecek ihtimallerin ortaya çıkması hem borçlanma faizlerini, hem de Türkiye'nin kredibilitesini azaltabilecek unsurlar olabilir. Faizler bu tedirginlikle yükselebilir, borçlanma sorunlu hale gelebilir. En önemlisi de, IMF destekli ekonomik istikrar programının akıbeti ve sürdürülebilirliği hakkında tereddütleri arttırabilir. Görüldüğü gibi, seçim ekonomisinin uygulanmasını engelleyici emniyet sübaplarına sahip olan ülke ekonomisi, seçim sonuçlarına yönelik belirsizlik endişelerini ise izale edebilecek durumda görünmüyor. Böyle olunca da seçim, ekonomi için bir handikap olmaya devam ediyor. Ancak, erken seçim yapılmasını ihtiyari değil zorunlu kılabilecek şartların da var olduğu gerçeğini göz ardı etmemek gerekiyor. Başbakanın sağlığındaki muhtemel menfi gelişmeler, koalisyonun yürütme yeteneğinin azalması gibi faktörlerin bir erken seçimi zorunlu kılabileceğini düşünerek hareket etmekte yarar var. Erken seçimden bir öcü gibi korkmak yerine, böyle bir durumun ekonomik olarak neleri ne ölçüde etkileyebileceğini öngörmek, riskleri ölçmek ve hazırlıklı olmanın en mantıklı yaklaşım olduğu kabul edilmelidir. Erken seçimin ne bir kurtuluş, ne de bir felaket olmadığını sadece muhtemel bir realite olduğunu söylemek herhalde aklı selimin gereğidir diye düşünüyoruz.