2008'de bankaları sıfır noktasına yaklaştıran, sonra da ekonomileri vuran kriz, 2010'da kısmen etkisini azaltmaya başladı derken, Avrupa'nın -sözde birlik olan- ülkeleri patır patır dökülmeye başladılar. Sorunun adı önce borç krizi, sonra mali kriz olarak kondu. ABD resesyondan çıkıp toparlanma emareleri gösterirken; Türkiye, Çin, Brezilya gibi ülkeler kriz sonrasının yıldız ekonomileri olmaya aday görülürken; Dünyanın ikinci büyük ekonomik gücü olma iddiasındaki AB, nerede ve nasıl duracağı bilinmeyen mali sorunlarla boğuşuyor. *** Çareyi ise bankacılık sistemini sıkıştırmakta arıyor gelişmiş ülkeler.. Önce Obama, bankaları "hizaya sokacak" bir yasayı, dev bankaların tüm lobi gücüne rağmen yürürlüğe soktu. Şimdi de AB benzer bir reform için hazırlık yapıyor. *** Bu reformlar, "batamayacak kadar büyüyen" bankaları, "gerekiyorsa batabilecek boyutlara" getirmeye yarayacak. Yani ABD ve AB, son krizde olduğu gibi, dev bankaları defalarca kurtarmak zorunda kalmak istemiyorlar. Bu makul ve rasyonel bir gerekçe... Zira, hesapsızca risk alıp, finansal mühendislik cambazlıklarıyla bilançolarını ve kârlarını şişiren, sıkışınca da hükümetlerinin kapısını çalan bankalar yüzünden, kamu ekonomileri trilyon dolarlık faturalar ödediler. Artık, bilançosunu yönetemeyip zora düşen bankaya kapıyı göstermek istiyor gelişmiş ülkeler... *** Türkiye'de de bu reformlar yapılmalı mı sorusu bir süredir gündemde... "Oligopol piyasa" tartışmalarının özünde, ABD ve ABD'nin bankacılık reformları var. Lakin, Türk bankaları ABD ve AB'deki muadilleri gibi "şişman kedi" değiller... Sektör de o ülkelerdeki risklere maruz değil... O halde, kısıtlayıcı düzenleme ne kadar gerekli diye düşünmek lazım... Duayen bankacı Hüsnü Özyeğin "bankalarımız yurt dışına açılsın" derken, yol kesici düzenlemelerle ilgili bir fayda-maliyet analizi yapmakta fayda var.