TGRT Sabah Haberleri'nde şöyle soruyordu Seda Akbay: "AB süreci ve özelleştirme ile birlikte, ekonomik egemenliğimizi devrediyor muyuz?" Türkiye'de hassasiyetlerin en çok kabardığı kavram; egemenlik. Soruyu şöyle sormaya ne dersiniz? Küresel ekonomide ve serbest piyasa şartlarında egemenlik var mıdır? Varsa, Türkiye son 25 yılda ne kadar egemen olabildi kendi ekonomisine? Dürüst olmak gerekirse, iktisadi sınırların neredeyse kalktığı, sermaye ve mal hareketlerinin giderek daha da hızlandığı bir dünyada, ekonomide mutlak egemenlik ham hayalden ibarettir. Rahmetli Özal, bu paradigmayı çok net anladığı için,"İktisadi açıdan güçlenemeyen devletlerin, siyaseten güçlü ve egemen olmaları mümkün değildir" demişti... Bugün ise onun devrinin fersah fersah ötesinde bir küreselleşme var dünyada. Şirketler, sermayeler "uluslarüstü" hale gelmeye başladı bile. İlahi olmayan her sistemde olduğu gibi, küresel ekonominin de handikapları, kötü yanları olacaktır tabii ki. Ama "de facto" olarak şunu anlamalıyız ki, dünyanın geleceğinde paranın ve ticaretin sınırları çok az olacak. Az sınır, çok iş Ben küreselleşmenin, Türkiye gibi potansiyeli olan ama henüz gelişememiş ülkeler için önemli fırsatlar vaat ettiğini düşünüyorum. Yeter ki, akıllı ve sistematik şekilde bundan istifade edilebilsinÖİktisatçı Martin Wolf'ün dediği gibi, "Küreselleşme, zamanımızın en önemli hikayelerinden birisidir ve geri çevrilemeyecek bir süreci ifade etmektedir." Türkiye'nin yapması gereken, "ekonomisine egemen olup olmadığı"nı tartışmak yerine, kendi dışındaki dünya ile iktisadi entegrasyonu ne ölçüde sağlayabildiğini düşünmektir. Ekonomik değerler, pazarlanabilir hale geldikçe değer kazanır. Biz yaşadığımız ülkenin bir refah toplumuna sahip olmasını istiyorsak, "zengin kaynakların fakir bekçileri" edebiyatını bırakıp, "zengin kaynakların zengin ortakları, zengin işletmecileri" haline gelebilmeliyiz. Ticarette dost ve düşman yoktur, ortak menfaatler ve rekabet vardır. İçinde bulunduğumuz oyunun kurallarını iyi bilirsek netice alırız.