Dünya krizinin etkileri Türkiye'ye yansıdıkça, kriz velvelecileri bir yandan "daha kara, en kara tabloyu" çizebilmek için canhıraş biçimde uğraşırlarken, bir yandan da "Türkiye, kriz olmasa da sıkıntı yaşayacaktı, ekonomik performans 2 yıldır zaten düşüktü" demekteler... Evet, Türkiye 2007'nin tümünü, 2008'in yarısını, birbiri ardına dizilen siyasi engellerle heba etmişti zaten. E-muhtıra ile başlayıp parti kapatma davasıyla zirve yapan "statükonun siyasete salvoları", ülkeye hem zaman, hem enerji kaybettirdi. AB ve ekonomiye odaklanması gereken hükümet bu salvolarla odağını kaybetti. Seçimden muazzam bir zaferle çıkan bir partinin tepesinde Demokles'in kılıcı sallanırken, o partinin oluşturduğu hükümetin ekonomide veya siyasette proaktif kararlar alması beklenebilir mi? Nitekim, ekonomik reform paketleri ertelendi, çıkacak yasalar beklemeye girdi; yani yasama yürütme statükonun cenderesinde ivme kaybetti. *** Dünyada patlayan krize Türkiye -yine de- sağlam ayağı üzerinde yakalandı. Bütçe açığının ve kamu borcunun az olması, tüm siyasi yıpranmışlığa rağmen krizin ilk etkilerinden bizi korudu. Lakin, siyasi tarafta -zaaf demeyelim de- tedirginlik halen devam ediyor. Bir tarafta kapatılmamış ama kapatılmaktan beter edilmiş bir iktidar partisi, diğer yanda bürokratik vesayetin "alan daraltmaya" devam etmesi, siyasetin gücünü ve etkinliğini azaltıyor. Mahalli seçim sürecinin aşındırıcı etkisini de düşününce "kriz var ama siyaseten çok sağlamız" diyemiyoruz maalesef... *** Statükonun alan daraltmaya devam ettiğine dair iki misal: YSK, birleştirilen belde belediyelerinin seçime girebilmeleri ile ilgili bir karar aldı. Alın size hukuki bir karmaşa... Diğer tarafta, mahalli seçimlerde de sonuçtan umutlu olmayan bürokratik elit, seçmen kütükleri etrafında müthiş bir şüphe patırtısı kopardı. Seçime bu kütüklerle gidilse de, gidilmese de zihinler bulandırıldı. Her iki olay da siyaseti statükoya karşı zayıflatan hamleler... Ve zayıflamış bir siyasi yapıyla ekonomik meselelerin hal yoluna konulması hiç de kolay değil...