Yazının başlığı birçok kişiye manasız ve itici gelebilir. Bu bir gerçeğin karamizah üslubuyla izahından başka birşey değil. Türkiye'deki gelir dağılımı ve hane halkı harcamalarını inceleyen bir araştırmanın ( Veri-Statü Gelir Tüketim kentsel araştırma dizisi) sonuçlarına göre, Türkiye'de gelir dağılımı arasındaki fark, 2000 ylılndan sonra azalmış durumda. Üzücü ve ironik olan ise, bu azalış, alt gelir gruplarının gelirlerinin izafi olarak artışından değil, orta ve üst gelir gruplarının gelirlerinin düşmesinden kaynaklanıyor. Diğer bir ifade ile, Türkiye toplamda gelirini artıramazken, nispeten makul geliri olan kesimlerin gelirlerini azaltarak "varlıkta olmasa da yoklukta eşitlik" noktasına yönelmiş bulunuyor. Son yılların hükümetleri, kıt kanaat geçinen , binbir zorlukla hayatlarını idame ettiren insanlara daha müreffeh bir hayat sağlayamadığı gibi, uygulamaları ile bu insanların sayısını da bir hayli arttırmış bulunuyor. Koalisyonların enkazı Türkiye son on yılda, koalisyonlar ve istikrarsız siyasi yapı yüzünden çok kan kaybetti. Bu dönemin en belirgin özellikleri nedir denilse, her on kişiden sekizi yolsuzluk ve istikrarsızlık diyeceklerdir ve yerden göğe kadar da haklı olacaklardır. Özellikle son yıllarda, ülkede oluşturulan yapay gerginlikler ve kutuplaşmalar arasında ekonomik bozulma gözden kaçtı veya kaçırıldı. Hayali iç tehditlerle, toplumu geren uygulamalarla ülkenin en acil önceliği olan ekonomik kötüleşme hep ikinci planda kaldı. Bugün bunalmış, ne yapacağını bilemez halde olan her gelir grubuna mensup insanlardan oluşan bir ülke karşımızda duruyor. Çok küçük ve tuzu kuru bir zümre ve onun suni öncelikleri ülkeyi gerginliklere ve yoksulluğa duçar etmiş durumda. Ak Parti'nin tek başına iktidara gelişi ile ülke geneline yayılan iyimserlik ve umut, yıllardır biriken bu çaresizlik ve gerginliğin biteceğine dair oluşan beklentinin eseridir. Fırsatlar kapımızda Koalisyonlardan kurtuluşun ve istikrarlı bir iktidarın habercisi olan seçim sonuçları ile eş zamanlı olarak, Türkiye'yi ilgilendiren konjonktür de lehimize değişmeye başladı. "Seçilen ama tescil edilmeyen" başbakan konumundaki Tayyip Erdoğan bir çok Avrupa ülkesinde büyük bir kabul gördü. Avrupa Birliğine üyelik tarihi yolunda olumlu sinyaller artmaya başladı. Irak'da savaş rüzgarları azalırken, Kıbrıs konusunda nihai çözümü getirebilecek bir adım atıldı. Kısacası bu gelişmeler, yakın gelecekte Türkiye'nin ekonomik olarak toparlanma hızını artıracak bir dönemin başlangıcını işaret edebilir. Nitekim, devletin borçlanma faizi iki senedir ilk defa kriz öncesi seviyesine (% 49) geriledi. Halbuki ülkenin ekonomisinin problemleri yerinde duruyor. Bu da gösteriyor ki, sadece güvenin ve istikrar umudunun yerleşmesi bile, Türkiye'nin sıkıntılarından kurtulmasının yolunu açabiliyor. Kalıcı iyileşme Bundan sonrası için en temel konu, iyileşmeyi kalıcı kılacak ve konjonktürün getirdiği avantajları fayda ve kazanım hanemize yazacak uygulamaları hayata geçirebilmektir. Özellikle Kıbrıs ve AB konusunda, yeni iktidarın akılcı hamleler yapması, "vatan toprağı , milli dava" gibi içi boş yorumlardan etkilenmeden hızlı ve pragmatik adımlar atması elzemdir. Kıbrıs için Türkiye'nin önüne gelen ve çıkış noktası olabilecek "Annan planı"na olur tarafından yaklaşması, çözümsüzlükten beslenen olmazcı şahinlerden etkilenmemesi, AB üyeliği yolunda da Türkiye'nin işini kolaylaştıracaktır. Ak Parti iktidarından endişe duyanlara şunu hatırlatmak isterim. Türkiye, en önemli ekonomik ve sosyal hamlelerini, siyasi yelpazenin sağ tarafını en geniş şekilde kucaklayan, mefkure taşıyan yeni isimlerin oluşturduğu iktidarlar döneminde yapmıştır. Ak Parti de, hem aldığı oy oranı, hem de bünyesinde barındırdığı genç ve hedef sahibi insanlar ile bu hamle dönemlerine bir yenisini ekleyebilecek kapasitede görülüyor. Bu iktidara endişe ve önyargıyla değil ümit ve yakınlık duyarak bakılırsa birçok korku ve endişenin yersiz olduğu görülecektir.