Sokakta yürürken, araba kullanırken, kuyruk beklerken, hakkımızı ararken çağdaş standartları pek umursamıyoruz ama iş bir şeyleri kutlamaya gelince, standardı dahi aşıyoruz. Hele ki işin içinde bir de tüketim ve gösteriş unsuru varsa, tutabilene aşk olsun yurdum insanını. İki gün sonra "Sevgililer Günü"nü idrak edecek (!) tüm sevenler. Ne olacak peki? O güne mahsus tasarlanmış türlü çeşitli hediyelik eşya çok "özel" fiyatlarla satılacak, çelenk fiyatına kırmızı güller alınacak, şık mekanlarda ve tiyatroyu andıran dekorların altında, önceden tasarlanmış repliklerle o "özel" gün kutlanacak. Başlangıçta belki de masumane bir duygu tezahürü olarak ortaya çıkan bu tür kutlama günleri, bilahare - tüketim baronlarının da ittirmesiyle- fetişist bir çılgınlığa dönüşüyor. Mevzu, "hissi bir hoşluk yapmak"tan çıkıp, "her sene kendini biraz daha aşmak" için yapılan canhıraş bir yarış halini alıyor. İnsanların sevgililerine kendilerini ispat ve özgünlük yarışı... Aslolan... Televizyonlarda, "Sevgililer gününde sevgililere neler sunulabileceği" tafsilatlı olarak anlatılıyor. Akıllara -ve tabii cüzdanlara- ziyan bin çeşit sürprizli kutlamalar... "Sevgililer" yemiyor, içmiyor, en orijinal, en şaşırtıcı hediyeyi bulabilmek için uğraşıyor. Durum öyle bir hal almış ki, hediyenin niteliği ve orijinalliği, hediyenin veriliş amacının, hatta hediyeye muhatap kişinin önüne geçiyor. Aslolan sevgiliyi hatırlamak veya bir hediye vermek değil sizin anlayacağınız. Belli bir yaşın altında ve belli bir gelir grubunun üstünde yaşanan bu "acayip" hediyeleşme yarışı her sene biraz daha "şiddetlenerek" devam ediyor. Şöyle demeyin lütfen: İyi de kardeşim, insanlar sevdiklerine hediye almasın mı, yemeğe çıkmasın mi? Evet özene bezene hediye de alsın, şık yemeklere de götürsün. Ama bunu kendi istediği zamanlarda ve kendi istediği biçimlerde yapsın. Tanımadığı birilerinin belirlediği formatlarda ve zamanlarda değil. Sevgililer Günü için tasarlanmış tüm özel hediyeler ve kutlama mekanları bende fetişist bir duygu uyandırıyor, kimse kusura bakmasın.