Ekonomi esnafının diline pelesenk olan tabirlerden birisi de "gelişmekte olan-emerging ülkeler"dir. Bu tasnifin diğer yanında da "gelişmiş ülkeler" vardır haliyle. Mesela Türkiye neredeyse 20 yıldır "gelişmektedir" ama bir türlü "gelişememiştir." Yani hikayesini ve kategorisini değiştirememiştir. Zira bu değişiklik için gelişmekten öte bir şey yapmak, dönüşmek gerekmektedir. Türkiye ilk defa farklı bir kategoriye atlama ihtimaline bu ölçüde yaklaştı. Rahmetli Özal'ın "transformasyon" diyerek anlatmaya çalıştığı ve kısmen muvaffak olsa da tamamlayamadığı bir süreçten bahsediyorum. Kurumların, yapıların, kurulu düzenlerin reforme edildiği bir süreç. İş yapış biçiminin kökten değişeceği bir süreç... Tarihinin en büyük iktisadi darbesinde dibe vuran Türkiye, son üç yılda hikayesini yeniden yazmanın çabasında. Ezber Tabii bu çabanın, statik zihinlerde bir huzursuzluk meydana getirmesi kaçınılmaz. Öyle ya, kırk yıllık ezberler bozuluyor, kurulu düzenlere çomak sokuluyor. İlişkileriyle ayakta kalmaya ve çıkar sağlamaya alışkın insanlar, işlerinin ve niteliklerinin sorgulanmaya başladığını gördükçe huzursuzlukları da artacaktır, kaçınılmaz olarak. Bu ülke, iktisadi ve sosyal çürümüşlükten kurtulmaya hiç bu kadar yaklaşmamıştı. Zira elinde, kendisini sabitleyeceği çok kuvvetli bir "nirengi noktası" var. Avrupa Birliği, Türkiye'nin kendini dönüştürme ve arınma çabasındaki en büyük motor güç olacak. Tutulan köşebaşları, tutanların elinden yavaş yavaş kayacak, manivela el değiştirecek. Eğitim, nitelik ve kalite kavramları, ilişki, güç dengesi, hemşeri dayanışması gibi kavramlarla yer değiştirecek. Bu yazdıklarımın hepsi birer öngörü olduğu gibi ,aynı zamanda da birer temenni: Ülke olarak, bu kadar yakınlaştığımız dönüşümü bu defa ıska geçmemenin temennisi. Ekonomik alandaki iyileşmeyi, sosyal ve yapısal alanlara da sirayet ettirebilirsek, o zaman "bu iş tamamdır" diyebiliriz gönül rahatlığıyla. Bakmayın siz çatlak seslere, dönüşmek Türkiye'nin hayrınadır.