Türkiye ekonomisi kadar, günlük siyasetin her dalgalanmasından etkilenen kaç ülke vardır bilmiyorum ama, ekonomi ile ilgili herkesin politika yiyip içmekten ikrah ettiğine eminim. Artık seçim ortamına girildi, saflar netleşiyor, durum belirginleşiyor, biz de işimize bakalım derken karşımıza yine bir yapay gündem getirildi: Seçimlerin ertelenmesi. Barajı aşamayacağı aşikar falan partinin, iktidar hevesiyle yanıp tutuşan filan partiyle görüşmesi, onları feşmekan etkili kişilerin bir araya getirmek için uğraşması gibi konular giderek gündemde üst sıralara tırmanıyor. Bir sürü "acaba"larla dolu bir yapay gündem ve belirsizliğin yeniden gerginleştirdiği piyasalar: İşte haftanın özeti. Borsa Niye Düşüyor? Derviş'in siyasete gireceğinin kesinleşmesi, seçim sonrasında da ekonomi yönetiminde yer alması ihtimalini artırdığı için, piyasalar tarafından müspet algılanıyordu. Ama Derviş, CHP'den siyasete gireceğini açıkladığının ertesi günü ve sonraki günlerde borsa ( beklenenin aksine ) olumlu tepki vermedi. Çünkü bu durumla eşzamanlı olarak kamuoyuna "seçimlerin ertelenmesi" konusu pompalanmaya başlandı. Böyle bir şeyin ihtimali bile piyasa oyuncularını germeye yetti. Çünkü, erteleme belirsizlik demekti, kaos demekti, yeniden post kavgası demekti; kısacası ileriyi görememek demekti. Kim ne derse desin, seçimlerin neden ertelenmek istendiğini objektif bakabilen herkes çok iyi anlıyor. Bu ertelemenin, AB ile, Kopenhag müzakereleri ile, Irak müdahalesi ile ilgisi olmadığını , esas sebebin seçimde ortaya çıkacak seçmen iradesinin içinde gizli olduğunu anlamak için kahin olmaya gerek yok. Suyu Tersine Akıtmak Türkiye artık tümüyle seçim ortamına girmiş durumdadır. Bu ekonomik açıdan da böyledir. Ekonomi ile ilgili herkes, seçimlerin bir an evvel yapılmasını ve seçim sonrasında da istikrarlı ve birkaç yılı netleştirecek bir hükümetin kurulmasını beklemektedir. Seçim sonrası istikrar anlamında bazı tereddütler, endişeler vardır ama, seçimlerin ertelenmesinin istikrara hiçbir katkı sağlamayacağını da piyasalar çok net biçimde görmektedirler. Zaten bu "yapay" girişimin esas amacının da istikrarı sağlamak olmadığı, ekonomi ile ilgili her insan tarafından sezilmektedir. Ekonomik endikatörler, Türkiye'nin bıçak sırtı bir konumda 2003'e gireceğini, iç ve dış borç, faiz dışı fazla, büyüme gibi konularda çok hassas bir noktada olduğunu göstermektedir. 2003 kritik bir yıl ( gerçi Türkiye için kaç zamandır her yıl kritik ama... ) ve Türkiye'nin bu döneme, yapay oluşumlar yerine, seçmen iradesinin belirlediği bir kalıcı hükümet ile girmesi lazımdır. Türkiye gibi ülkelerde, güç manivelasını elinde tutanlar, kısmen de olsa siyaseti, yönetim mekanizmalarını etkileyebiliyor, moda tabirle " dizayn edebiliyorlar". Suni politik oluşumlar, gerçeklikten uzak gündemler ile insanların kafasını karıştırabiliyorlar. Ama ekonomiyi yönlendirmek, "dizayn etmek" mümkün olmuyor. Çünkü ekonomi gerçeğin ta kendisidir ve gerçekçi olunarak üstesinden gelinebilir. Ekonominin lazım kıldığı ortamlar sağlanamazsa, işler yapılamazsa sonuç ülke için hüsran olur. Suyu tersine akıtmaya çalışmak olur. Seçim ertelemesine yönelik çalışmalar büyük oranla beyhude kalacaktır. Bu durum, çokça bahsedilen " millet iradesinin" , yani gerçeğin ta kendisinin ertelenmeye çalışılmasından başka bir şey de değildir. Ancak, bu çabalar sonuç vermese de, belirginlik arayan piyasaları tedirgin etmeye devam edecektir. Seçim sonuçları ile ilgili beklentileri satın almaya hazırlanan para ve sermaye piyasalarını, "kuyudan adam çıkartma" amaçlı yapay senaryolarla tedirgin etmemek gerekir. Türkiye, toplumu ile, ekonomisi ile gerçekçi bir siyaset, istikrarlı ve "kalıcı" bir yönetim istemektedir. Ve bunu demokratik teamüller içerisinde kalarak yapmak da siyasetçinin görevidir.