Başbakan Erdoğan UEFA'nın Genel Kurul toplantısında 'gerçek kişilerin işlediği suçun cezasını tüzel kişi çekmemelidir' demiş.
Hukuk'taki 'suçun şahsiliği' ilkesini hatırlatmış
Prensip olarak doğru...
Lakin bazı durumlarda bu şahsi olma hâlinin nerede başlayıp bittiği biraz muğlak ve müphem...
Başbakan şike davasına atıfla konuştuğuna göre, futbol kulüplerinin yönetiminden verelim örneği...
Misal, bir futbol kulübünün başkanı veya mali direktörü naylon fatura alarak veya bonservisleri eksik göstererek vergi kaçırsa...
Maliye de bunu tespit etse...
Diğer yöneticilerin de bundan haberleri olmasa...
Yalnızca o yöneticiler mi cezaya maruz kalmalıdır, yoksa tüzel kişilik olan kulüp de ceza görmeli midir?
Veyahut bir şirketin genel müdürü, yönetim kuruluna haber vermeden, rakiplerinden biriyle anlaşarak diğerine karşı rekabeti bozucu bir anlaşma yapsa...
Bu durum açığa çıktığında genel müdürün yanında şirkete de ceza verilmeli midir?
Bir hayli su kaldıracak bir mevzu...
Bu akşamdan itibaren TV'lerdeki yeni tartışma ve kapışma mevzusu belli oldu böylece: Şike yapan kişi mi cezalandırılmalı, şikenin tüzel tarafı olan kulüpler mi?
Vitrindeki Atatürk
Mardin'de yaşayan 88 yaşındaki Süryani Nasra Şimmes Dünya Kadınlar Gününde Başbakan Erdoğan'ın elinden ödül aldı.
Babası da bakır ve gümüş işlemeler yapan bir sanatkârmış.
Süryanilerin gümüş telkari ustalıkları malum...
Nasra kadının babasının yaptığı süslemeler M.Kemal'e hediye edilmiş.
1930'ların sonlarına doğru...
M.Kemal çok beğendiği bu süslemelerin ustasını ödüllendirmek için Ankara'ya çağırtmış.
'Babam korktuğu için gitmedi Ankara'ya' diyor Nasra kadın...
Korktuğu için...
Bu hikâyeyi okuyunca zihnimde bir hatıra canlandı.
Tahtakale'de, Mısır Çarşısının duvarına paralel giden sokakta bir kolonyacı vardır.
70 yıllık bu kolonyacının sahibi Ermeni'dir.
Dükkanının vitrininde dışarıya bakan, kocaman bir Atatürk resmi asılıdır.
İçeride de çerçevelenmiş halde 'Diyanet bağış makbuzu' vardır.
6-7 Eylül'deki o korkunç olaylarda yağmalanan gayrimüslim dükkanlarının travmasından dolayı, yeni bir yağmaya veya muhtemel bir ayırımcılığa karşı, ne olur ne olmaz kabilinden,'emniyet tedbiri olarak' asılıdır o resim ve makbuz...
'Yakın tarihte yaşanan zulümler' denildiğinde 'canım o günün şartlarında olmuş işte bir şeyler, bu kadar büyütmeye gerek yok' diyenler, bir ömrü o korkunun travmasında yaşamak zorunda kalanlara biraz kulak verebilseler...
'Olmuş işte bir şeyler'in binlerce ailenin hayatını nasıl tarumar ettiğini de anlarlardı belki...