Bir dost meclisinde sohbet esnasında konu İstanbul trafiğine, toplu taşıma sıkıntılarına geldi. Orada bulunan herkes yorumlar yaptı, alternatifler önerdi. İnsanlar, yaşadıkları kente ve günlük hayatlarında onları ilgilendiren meselelere ilgi gösteriyor ve önemsiyor. İçimizden birisi -kinaye maksadıyla- "yahu siz Ankara'nın gündemini hiç takip etmiyor musunuz? Ulaşım, yol, işsizlik filan diye uğraşacağınıza iç ve dış düşman endişelerine, rejime yönelik tehditlere kafa yorsanıza!" dediğinde bir an için herkes birbirinin yüzüne baktı. Hakikaten hiçbirimizin böyle bir gündemi yoktu. Başkentin yönetici eliti ile biz halkın gündemi arasında hiç paralellik oluşmuyordu. Acaba bizler mi gafildik, yoksa yönetici elitler mi vatandaşın önceliklerini bilmiyordu? Bu soruya verilecek cevaplar muhtelif olabilir. Ama şurası bir gerçek ki ülkenin öncelikleri, hayalleri, hedefleri ve gelecek tasavvuru ile siyasi ve bürokratik elitin endişe ve korkuları pek örtüşmüyor. Ankara'daki gölge boksuna vatandaş ne ilgi gösteriyor, ne de önemsiyor. Medeni hayat Bu ülkedeki yurttaşların kahir ekseriyeti daha müreffeh bir hayat, daha özgür bir ülke ve daha demokratik bir devlet istiyor. Ortalama her insanın, doğal biçimde istediği gibi... Geleceğe umutla bakan, modern dünya ile entegre olabilen, kendine güvenen bir ülke hedefliyor. Ekonomik ve sosyal başarılarıyla övünebileceği bir devlet arzuluyor. Korkuların kısıtladığı, gerginliklerin sınırladığı değil, hayallerin ve umutların genişlettiği bir yaşam alanı istiyor. Haliyle, siyasi ve bürokratik elitin gündemi ile ülke insanının gündemi -neredeyse- hiç uyuşmuyor. Aslında bu ülke tercihini değişimden yana yaptı. Daha modern bir ülke, daha güçlü bir ekonomi, daha gelişmiş bir toplum, daha demokratik bir devlet için değişimden yana.. AB adaylığı, bu değişim arzusunun bir tezahürüdür. Ve tüm ulusalcı dezenformasyona ve duygusal kışkırtmalara rağmen toplumun yarıdan fazlasının AB üyeliğini desteklemeye devam etmesi de bu tezahürün ispatıdır.