Gulyabani

"Bizi bölemezler. Düşmanlarımız bizi karıştırmak istiyor. Planlı karalama kampanyası." Bu sözlerin sahibi G. Saray Başkanı A. Polat. Ne kadar tanıdık ve klişe bir jargon değil mi? Aynı kelime kompozisyonuna bir üniformalı bürokratın beyanatında veya bir siyasetçinin konuşmasında da rastlayabiliriz. Birisi sistemi tenkit mi ediyor? Ya kasıtlı bir hain, ya planlı bir düşmandır. Diğeri yapılanlara itiraz mı ediyor? Ya "birtakım çevre"dir, ya da "içimize yerleşmiş mihrak"... Sporda, siyasette veya devlette... Statükonun bu denli tahammülsüzce savunulması, fikren ve ruhen bir aksaklığı göstermiyor mu? *** Polat'ı örnek olarak verdim ama diğer kulüp başkanları farklı mı sanki? Demirören'i mi eleştirdiniz, demek ki Beşiktaş düşmanısınız. Aziz Yıldırım'ın transfer politikasını yetersiz mi buldunuz, o halde bozguncu mihraklara mensupsunuz. Siyasette de aynı paranoid durum... Kıbrıs'ta çözümsüzlük bitsin, müzakere başlasın dediyseniz, "ver-kurtulcu bir hain"siniz. İfade özgürlüğüne sınır konmasın diyorsanız "birtakım kendini bilmez" oldunuz demektir. Veyahut özgürlük ve şartsız demokrasiyi savunuyorsanız, "içimize yuvalanmış postmodern odak" kapsamına çoktan girmişsinizdir. *** Bu ülkede statükonun onaylamayacağı, resmi ideolojinin süzgecinden geçmeyen hiçbir söz, fiil hatta düşünce üretmemelisiniz. Aksi halde statükonun tasnif ettiği "düşman" kategorilerinden birinde bulursunuz kendinizi... Meçhul hainler, odaklar, mihraklar, yuvalanan ajanlar, kendini bilmezler kervanına katılırsınız. Müesses nizamın "cici çocuğu, örnek vatandaşı" olamazsınız. "Bana dayatılan sistemi kabul etmek ve ideolojiyi benimsemek zorunda mıyım?" diye soramazsınız, sormamalısınız. Devleti oluşturan ve "devletin sahibi olduğunu düşünen" çelik çekirdek doğruyu, yanlışı, iyiyi, kötüyü sizin yerinize düşünüyor ve belirliyor. Yerseniz...