İnsan hiçbir hayati ihtiyacını sonraya bırakmak istemez. En kısa sürede, hatta "şimdi" elde etmek ister. Zira ihtiyacı "hayatidir." Bu ülkenin "adam gibi" bir ülke olmasını, insanlarının "insanca" yaşamasını, adalet sisteminin "adil", ticaretinin "rekabetçi", bürokrasisinin "şeffaf", iradesinin "sivil" olmasını istiyorsak demokrasiyi "hemen, şimdi" istemeliyiz. Özgürlüklerin genişlemesi, demokrasinin gerçek normlarıyla işlemesi bu ülkenin geleceği için lüzumlu değil, "elzem"dir, hayatidir. *** "Gerilimi azaltalım, kurumları yıpratmayalım, üçüncü yol bulalım, uzlaşalım..." Bu sözleri duymaktan bıkmış, usanmış, ikrah etmiş durumdayım. Hangi üçüncü yol, hangi gerilim, hangi kurum? Evet demokrasi uzlaşma rejimidir; ama önce bu ülkede dünya standardında "gerçek" demokrasi olması gerektiğinde uzlaşalım. "Bize özgü şartlar" safsatalarıyla iğdiş edilmeyen "doğru dürüst" bir demokrasi gerektiği konusunda uzlaşalım. *** Ülke ideolojik vesayet rejiminden "olması gerektiği gibi demokrasi" rejimine geçtikten sonra, toplumsal farklılıklar kendi uzlaşma zeminini zaten bulur. Ama demokrasinin üçüncü yolu falan da yoktur. Hakim zümrenin ve onun yancılarının "uzlaşma"dan anladıkları, ideolojik dogmalara ve statükoya biat etmektir. Demokrasi ya vardır ya da yoktur. Bir insan demokrasiyi ya istemektedir ya da istememektedir. Bugün Türkiye'nin sorusu budur: Demokrasiyi, gerçek norm ve kurallarıyla ve sağladığı tüm özgürlüklerle istiyor muyuz, istemiyor muyuz? Benim cevabım ama'sız, fakat'sız "evet"tir. Herkes bu soruya "net" olarak cevap verse, hem kavram kargaşası biter, hem de "üçüncü yol"cuların, "kurumlar arası mutabakat"çıların gerçek düşüncelerini öğrenmiş oluruz. Türkiye bir kırılma yaşıyor deniyor. Aslında bu bir kırılma değil, bir berraklaşma... Ayracı demokrasi olan bir berraklaşma... Bu ülke berraklaştıkça ufkumuz aydınlanacak. Hiç yeise kapılmayın, kazanan bu ülkenin "imtiyazsız" insanları, yani Türkiye halkı olacak.