Türkiye Cumhuriyeti'nin Hazinesi, tarihinin en düşük faizli borçlanmasını yaptı geçen hafta. Yüzde 4,75 faizle, 650 milyon euro borçlandı. Çok iyi haber... "Kardeşim borçlanmanın neresi iyi haber" diyeceksiniz muhtemelen. Borç almak değil iyi haber... İyi haber, 7 yıllık bir vadede, bu ülkenin riskini, üç yıl öncesinin yarısından bile az bir faizle almaya razı olan yatırımcıların artması. Borçlanmanın fiyatını belirleyen risk primidir. Ülkenin siyasi ve ekonomik istikrarına ve tabii geleceğine duyulan güven ne kadar az ise, risk primi o kadar yüksektir. Tersi durum ise güvenin arttığını gösterir. Peki ne yapalım, zil takıp oynayalım mı? Zil takmayalım ama, bıkmadan usanmadan her gün, ülkenin iktisadi ve siyasi kaosa gittiğini yazanların, "yok sonbaharda ip çekilecekmiş, yok Aralıkta düğmeye basılacakmış" diye etrafına "çok şey biliyormuş" havası verenlerin gazına da gelmeyelim. Hüküm neticeye göre... Üç yıl önce, Türkiye'ye turist olarak dahi gelmeyi düşünmeyen yüzlerce yabancı sermaye sahibi, şimdi ceplerinde yüz milyonlarca dolarla bu ülkede yatırım alternatifleri peşinde koşuyor. Gerçi bu adamlar, bir kısım ulusalcı zevata göre, "vatanı ele geçirmeye çalışan müstevliler" ama, Türkiye'nin istikrarına ve gelişimine ilgi duydukları ve bu gelişimden pay almaya çalıştıkları için buradalar. Yani, ortada iyi giden bir şeyler var ki yatırım için Türkiye'yi hedefliyorlar. Mayıs ayında devletin bütçesi ilk defa, "faiz dahil" fazla verdi. Belki geçici bir durum ama sembolik de olsa Türkiye'nin, en zayıf olduğu konu olan mali disiplini, üstelik ekonominin hızlı büyüdüğü bir dönemde sağlayabildiğini gösteriyor. Kaldı ki, geçmiş yıllarda kamu destekli, dolayısıyla hormonlu olan büyümenin yerini, özel sektör kaynaklı büyüme almış durumda. Evet, Türkiye riskli bölgeyi henüz tamamıyla geçmiş değil. MB Başkanı Serdengeçti de bunu hep vurguluyor. Ama şimdiye kadar doğru işler yapıldı ve ekonomi de iyiye gitmekte. Şimdi elinizi vicdanınıza koyun ve düşünün: Her şey o kadar da kötü mü?