Gözümüz aydın! İktidar partisi kapatılmak istenen, Cumhurbaşkanına, Başbakanına ve bakanlarına yasak getirilmesi talep edilen bir ülkedeyiz. Birçoğu tekzip edilmiş gazete haberlerinden müteşekkil delillerle siyasi partilerin kapatılabildiği bir ülkedeyiz...hâlâ. 2007, cumhurbaşkanlığı seçimi, e-muhtıra ve 367 garabeti derken kayıp yıl olmuştu. 2008'i de kapatma davası ile kaybettik. Lafı dolandırmaya gerek yok: Bu davada kaybeden Türkiye'dir. Ekonomik olarak, siyasi olarak, diplomatik olarak kaybeden bu ülkedir. Mesele sadece borsanın düşmesi, doların çıkması değil. Keşke sadece ondan ibaret olsa... Türkiye yakaladığı büyüme ivmesini, yabancı sermaye cazibesini kaybedecektir. *** Medeni ülke olmanın yolu, demokrasiyi "lafta değil gerçekte" tatbik etmekten, hukuku eğip bükmeden işletmekten geçiyor. Toplumsal değişim taleplerinin "karşı devrim" diye nitelendiği bir ülkede ferdin hakkını ve özgürlüğünü öne almayan bir hukuk anlayışının uygar dünyada yeri olmadığını söylemeye gerek yok herhalde.. *** AK Parti'nin kapatılma davası bu ülkenin hava gibi su gibi ihtiyacı olan büyümeyi frenleyecek, yabancı sermaye girişini azaltacak. Büyümenin yavaşlaması tuzu kuru bürokrata, nakit zengini mütegallibeye, yönetici elite dokunmayacak ama esnafı, tüccarı, sanayiciyi sarsacak. Bu ülkede % 10 işsizlik var, 40 milyar dolar cari açık var. Her sene nüfusa eklenen 1.5 milyon yeni can var. Geciken AB süreci, 28 milyar YTL sosyal güvenlik açığı var. Dünyada ise giderek derinleşen bir finansal kriz var, Türkiye'nin enerji koridoru olduğu bir coğrafyada devlerin mücadelesi var. Ve bu ülkede 7 ay önce 17 milyon kişinin oyu ile seçilip iktidar olan ve şimdi sudan sebeplerle kapatılması istenen bir siyasi parti var; siyasetten men edilmek istenen bir Cumhurbaşkanı, bir Başbakan var. Bu fotoğrafta esas kaybeden ekonomisiyle, demokrasisiyle, itibarıyla bu ülkedir. Ama nasıl olsa "sözkonusu vatan ise gerisi teferruat" idi, değil mi?