Türkiye seçime gidiyor ama siyasetçi de, yorumcu da gölge taşlamaktan, muğlak kavramları didiklemekten öteye gidemiyor. Birlik ve beraberlik, bölünmez bütünlük, iç-dış düşman, tehdit, ülkeye sahip çıkmak, elden giden laiklik vesaire... Biz seçmenlerin elinde, oy vereceğimiz partiyi seçerken ulusal refleks ve hassasiyetlerden başka kriter olmayacak mı? Siyasi partilerin, hayatın gerçek yüzüne dair, yaşam kalitesine, refaha, sosyal gelişime dair "elle tutulur" vaadleri hâlâ gündemde yok. Gelecek tasavvurumuzu sadece "düşman tanımı" ve "milli hassasiyetler" oluşturmayacak herhalde. İş, ticaret, özgürlükler, sosyal güvenlik, vergi, eğitim, ÖSS, enflasyon, bireyin hakları... Bu ülkenin iktidarına talip olanlar herhalde bu konulara kafa yormuşlardır. "Vatan elden gidiyor" haleti ruhiyesinden kurtulup, "vatandaşın gerçekleri" hakkında edecek iki çift lafları da vardır. Büyü-me... Gerçi seçim beyannamelerinde ve TV mülakatlarında, siyasi parti temsilcileri "bir şeyler" söylüyorlar. Lakin gereklilikleri sıralarken, nasıl sorusunu ıskalıyorlar. Mesela CHP, dalgalı kurun devam etmesi gerektiğini söylerken, yabancı sermayeye sınırlamayı telaffuz ediyor; diğer taraftan da "cari açık derhal aşağı çekilmeli" derken, enflasyonu yüzde 5'te tutmayı, büyümeyi % 7'ye yükseltmeyi vaad ediyor. Peki, dalgalı kur sisteminde, hem yabancı sermaye girişini kısıtlayıp, hem cari açığı finanse etmek nasıl mümkün olacak? Diyelim ki döviz girişi azalınca kur yükselecek, cari açık azalacak; peki bu durumda hem enflasyonu düşürüp, hem büyümeyi artırmak nasıl mümkün olacak? Bu soruları çeşitlendirebilirim. Ancak, farklıyız diyerek oy isteyen partiler, "nasıl?" sorusuna "uygulanabilir" cevaplar vermedikleri sürece, iddiaları havada uçuşan birer balondan ibaret kalacak gibi görünüyor.