Mesele statükoyu ve statükonun taşlaştırdığı idrakleri aşabilmek... Erdoğan-Zana görüşmesinden sonra söylenenleri, yazılanları takip ederken yukarıdaki cümle gelip saplandı zihnime... Güneydoğu'daki 30 yıllık savaş öyle bir statüko üretmiş, savaşın dili algıları öylesine şekillendirmiş ki, farklı konuşan veya inisiyatif alanların hadsiz hudutsuz tepki almaları kaçınılmaz olmuş. Hem Türk, hem Kürt tarafında durum bu maalesef... Leyla Zana'nın 'çözüm için Başbakanla görüşebilirim,umudum var' sözünü söyledikten sonra, kendi partisinden ve Kürt şovenlerinden gördüğü muameleye bakın, dediğimi anlarsınız. Veya Başbakan'ın 2005'teki Diyarbakır konuşması ve sonrasındaki açılım teşebbüsünün milliyetçi seçmen tabanındaki sarsıcı tepkisini hatırlayın. 'Savaşarak, ölerek, öldürerek barış gelmez, gelin statükoyu değiştirelim' diyen siyasetçi, yazar veya aktivist olsun fark etmiyor; sınırsız bir tepki ve öfke ile karşılanıyor. Oysa şu basit ama sarsıcı soruyu kendilerine sorup -varsa- bir de cevabını verseler: 30 yıldır on binlerce insan öldü, yüz binlercesinin hayatı tarumar oldu, ülkenin yılları, kaynakları heba oldu da ne değişti? Kimse 'silah olmasaydı Kürtler bugünkü kültürel haklarına sahip olamazlardı' veya 'güvenlikçi politikalar olmasa bölünürdük' filan demesin. Doğru menzile yanlış yoldan varılmaz. Leyla Zana kendi mahallesinden dışlanma pahasına bu adımı atmıştır. Başbakan Erdoğan da 2005'te ortaya koyduğu 'barış için siyasetle müzakere' inisiyatifinin arkasında olduğunu göstermiştir. İki isim de kendi doğruları için, baskı görme, hapse düşme pahasına kurulu düzenle mücadele edebilmiş, risk almış ve bedel ödemiş insanlar... Kendi geçmişlerinde uğradıkları haksızlıklardan ürettikleri retorikle değil, aklıselimin diliyle konuşmak için bir araya geliyorlar, gelebiliyorlar. Savaştan, ölümlerden sadistçe zevk almayan herkesin, ideolojik ve sekter saplantılardan kendilerini kurtarması ve atılan bu adımın barış menziline erişmesi için umutlanması gerekmez mi? Bir haber sitesinin duyum olarak yazdığına göre görüşmenin sonunda Erdoğan Zana'ya 'biz barıştık, barış da gelecek' demiş. Bu defa 'barışmamaya yeminliler değil, barışabilenler' muvaffak olur inşallah... Soylu Demokrat Parti'nin eski genel başkanı Süleyman Soylu'nun AK Parti'ye davet edildiği yönünde haberler çıktı. Soylu'ya böyle bir daveti vaki ise ve kendisi de bu davete icabet etmeye karar verirse, bu AK Parti'nin, 12 Eylül referandumunda oluşan sivil-demokrat ittifak ile son aylarda arasına giren mesafeyi kapatmasına yardımcı olacaktır. Süleyman Soylu DP'nin genel başkanlığında statükoya karşı demokrat ve özgürlükçü bir siyaset oluşturmuştu. Partisinin 'derin abileri' bu statüko karşıtı siyasete müdahale edince de, onlarla uzlaşmayı değil genel başkanlığı bırakmayı seçmiş ve sivil siyaset adına referandumda yollara düşmüş, onlarca şehirde konuşmalar, mitingler yapmıştı. Dindar ve milliyetçi hassasiyeti olan tabandan gelip, liberal ve demokrat aydınlarla da hemhal olabilen nadir siyasetçilerdendir Soylu... Kendini yenileyebilen, siyaseti, inandığı doğrular için hasbi olarak yapanlardandır. Siyaset bu ülkede sahici siyasetçiler tarafından yapıldıkça demokrasi yerleşir. Soylu'nun da -eğer vaki ise- bu daveti demokratik bir ülke hedefi için vesile görmesini temenni ederim.