Dikkat ediyor musunuz, ekonomide kötüleşmeyi işaret eden bir gösterge yok. İlgili olanlar da olumsuzluk sezmiyorlar. Hâtta "ekonominin kan tahlili" diyebileceğimiz parametreler, işlerin hiç de fena gitmediğini gösteriyor. Büyüme rakamları umulandan iyi; Enflasyon düşmeye devam ediyor, bütçe gerçekleşmeleri, faiz dışı fazla, borçlanma oranı filan hep iyiye gidiş istikametindeler. Ama gelin görün ki, borsada ve bono faizlerinde iyi havadan eser yok. Bir tedirginlik, bir kötümserlik ki, sormayın gitsin. Merkez Bankası anket yapıyor, sene sonunda yüzde 11,4 enflasyon bekleniyor. Ama 15 aylık bononun faizi hâlâ yüzde 28. Yani reel faiz yüzde 15; risk primi çok yüksek. Halbuki, işlerin iyi gittiğine inanılan bir ülkede, borçlanma vadesi uzadıkça faiz düşer; zira beklentiler satın alınmaktadır. Borsa'da da durum farklı değil. Endeks 1,20 cent'e bile ulaşamıyor. Borsa ile uğraşanların yüzünden düşen bin parça. Türkiye'yi bilmeyen birisi, sadece borsa ve bono piyasasını görerek değerlendirecek olsa, ekonomide yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu ve geleceğin de karanlık göründüğünü düşünür. Halet-i Ruhiye Durum o kadar da kötü değil. Ancak ekonomideki kırılganlık devam ediyor. İki küresel sebep Türkiye'yi fazlasıyla etkiliyor. ABD'deki faiz artışı ve petrol fiyatları. Dış borcu olan ve petrol ithal eden bir ülke, bu iki faktörden doğrudan etkilenir. Hem borçlanmanın maliyeti artar, hem de enflasyona tesir eder. Ancak, mali disiplin devam eder ve ekonomik programın doğrularından sapılmazsa, her iki tesir de sınırlı olur ve olumlu gidişatı değiştirmez. Çok güllük gülistanlık bir dönem yok önümüzde. Lakin, genel parametreleri iyiye giden, bütçesini toparlamış, üç yıl üst üste büyüyen bir Türkiye var. Tedbirli olmak başka, kötümser olmak başka. Not: İstanbul'dan gelen patlama haberi, moralleri biraz daha bozdu akşamüstü. Bu netameli coğrafyada, üstelik de tarihinin en büyük uluslararası siyasi toplantısını düzenleyen bir ülkenin, psikolojik olarak hazırlıklı olması gerekir bu tür durumlara. Gönül ister ki, terörün iğrenç yüzünü hiç görmeyelim. Ama görmek zorunda kaldığımızda da, yer ile yeksan olmayalım.