Gerçekleri ve sebepleri tek boyuta indirgemekte üstümüze yok. Mesela AB müzakere tarihi gibi, sebep-sonuç ilişkisi çok sayıda faktöre dayanan bir konuyu, "zina suç olsun mu, olmasın mı" ikilemine indirivermiştik. Üyeliğe tesir edebilecek birçok başka unsur bir anda unutuldu ve bir tek kavram kilit haline geldi. Son günlerde, bu "teke indirme" alışkanlığına örnek, "kira artışları" oldu. Yılın ilk sekiz ayında enflasyon yüzde 3,9 artarken, kiralar bunun yaklaşık üç katı artınca, enflasyonun daha hızlı düşmemesinin sorumlusunu da hemen bulmuş olduk: insafsız ev sahipleri. Kiralara kanunla nisbi tahdit koymak dahil, birçok yakası açılmadık teklif saçılıverdi ortalığa. Halbuki Türkiye bir serbest piyasa ekonomisi. Yani fiyatın arz ve talep kesişmesiyle oluştuğu varsayılan iktisadi ortam. Fiyat hareketleri müdahale ile değil pazarın kendi mekanizmalarıyla oluşursa sağlıklı olur. Kira da, bir gayrimenkulün kullanım fiyatıdır. Ve arz ile talebin (yani kiracı ile evsahibinin) kesiştiği yerde oluşur. Pansuman değil tedavi Bazı okuyucular kira gelirim olduğu için böyle yazıyorum zannetmesinler: Kirada evim filan yok. Yani bitarafım bu konuda. Sadece iktisadi gerçeklerle çelişen, ekonomide bir şey aksayınca hemen ona müdahale etmeyi marifet sayan düşünce yapısına karşıyım. Eğer kira fiyatları enflasyondan hızlı artıyorsa, bu talebin arzdan fazla olmasındandır. O halde devletin yapması gereken, kiraları sınırlandıran kanun çıkarmak yerine, sağlıklı konut üretimini ve satışını artıracak alt ve üstyapı düzenlemelerini hızlandırmaktır. Mortgage (uzun vadeli ipotek finansmanı) ile konut edinme sisteminin hukuki altyapısı kurulur ve sistem iyi işlerse, beş yıl içinde konut alanında ciddi mesafeler alır Türkiye. İnsanların, gelir düzeylerine göre ev alabilecekleri alternatiflerin çoğalması ile birlikte de kiraların yüksekliği şikayeti kendiliğinden ortadan kalkar. Çözüm yasaklamakta değil, yol açan faktörleri ortadan kaldırmakta. Müdahaleden değil, hakiki çözümden medet umalım.