Ekonomi yazılarının normal şartlarda ekonomik analizler, rakamsal bilgiler ve yorumlar içermesi beklenir. Ama Türkiye'de ekonomik hayat siyasetin ve siyasi kararların o denli etkisi altında ki, tüm ekonomi yazarları aylardır işi gücü bırakıp siyaset yazmaya başladılar.Hatta kristal kürelerinden politik gelişmeleri tahmin etmeye çalışıp ekonomiyi yorumlamayı öğrendiler. Bu aslında bir mecburiyet , zira Ankara'nın akıl ve iz'andan yoksun politik keşmekeşi, siyaseti ekonominin neredeyse tek belirleyicisi konumuna getirdi. Bu yazımızda da, haliyle siyasi gelişmeleri ana eksenimize almak zorunda kalıyoruz. AB'nin Yolları Taştan Aday ülke olur muyuz, treni kaçırır mıyız hengamesi arasında, yumurta kapıya gelince apar topar hazırlanan son uyum yasaları paketi meclise sunuldu. Seçim kararı almak üzere toplantıya çağrılan meclisten bu yasaların çıkıp çıkmayacağı endişesi bir yana, insanın aklına "bu saate kadar akıllar neredeydi" sorusu da geliyor. Görünürde MHP dışında tüm partiler AB taraftarı ve uyum yasalarının çıkmasının bu adaylık için zorunlu olduğunu kabul ediyor. Ama yine de meclisten bu yasaların çıkması şüpheli görünüyor. Çünkü üzüm yemekle bağcıyı dövmek arasındaki çizgide dans eden partiler, bu konuda ortak bir irade sergileyemiyorlar. Halbuki AB üyeliğine giden yol bu ve benzeri düzenlemelerden geçiyor, bunun başka formülü yok. Mantık, AB üyeliğine taraftar olan her siyasi oluşumun bu konuda hemfikir olmasını ve ortak inisiyatif sergilemesini gerektiriyor. Ama Ankara'nın ayak oyunları devreye girince mantık da rafa kalkıyor. Ekonomik Mecburiyet Türkiye'nin mevcut ekonomik şartları, borç ve faiz seviyesi çok kritik bir noktada seyrediyor. Geleceğine güven duyulmayan her ülkede olduğu gibi, Türkiye de zor ve yüksek maliyetli borçlanıyor, yatırımları kendisine çekemiyor. Böyle olunca da ekonomik düzlüğe bir türlü ulaşamıyor. İşte bu ortamda AB adaylığı, ülkenin geleceğinin belirginleşmesi ve güvenin tesis edilmesi için bir ön şart gibi önümüze çıkıyor. Çünkü AB adaylığı, bir bakıma ülkenin ilerleyen yıllara yönelik taahhüdünü ortaya koyuyor. Yatırımcılar, işadamları birkaç adım sonrasında neler olabileceğini öngörebiliyor, geleceğe yatırım yapmak için itimat duyuyorlar. AB adaylığı bu sebeple bir ekonomik mecburiyet olarak önümüze çıkıyor. AB üyeliğini, milli egemenliğin kaybı gibi görenlerin, ülkenin 200 milyar doları aşkın bir borç yüküyle halihazırda ne kadar egemen ve bağımsız olabildiğini düşünmeleri gerekiyor. Kaldı ki, AB ile uyumlaşma süreci, bir çok evrensel hukuki ve ekonomik düzenlemenin ülkemizde de yerleşmesi anlamına geliyor. Türkiye'nin bu evrensel değerleri hayata geçirdiği zaman mı, yoksa milli gelirinden fazla bir borç yükünün altındayken mi daha egemen olduğunu herkesin bir kere daha düşünmesi önem arz ediyor. Kritik Hafta Yazımızın başlığı, bu nazik durumu ifade diyor. TBMM bu hafta toplanıp hem AB uyum yasalarını, dolayısıyla Aralık'daki Kopenhag zirvesinde Türkiye'nin adaylık durumunu karara bağlamış olacak, hem de seçim tarihini netleştirecek. Yasalar çıkmadan alınacak bir seçim kararının ekonomide nelere mal olacağını inşaallah gözlemlemek zorunda kalmayız. Bu hafta meclisten çıkacak kararlar, Türkiye'nin kısa vadede ekonomik gidişini belirleyecek. AB yasaları ile seçim kararının beraberce çıkması halinde, herkes önünü bir nebze olsun görecek, en azından Aralık ayına kadar, AB adaylığı ümidi ekonomi aktörlerini umutlandıracak. Sadece seçim kararının çıkması ise hem adaylığımızı hem de ekonomik durumumuzu bir meçhul yola sokacak. Bu sefer gerçekten ülkemizin ekonomik hayatının kırılma noktası ile karşı karşıyayız. Umarız ve dileriz ki, siyaset ve hamaset tüccarlarının değil sağduyunun ve aklı selimin dediği olsun ve ekonomik kaos sınırlarında dolaşan Türkiye biraz olsun önünü görebilsin.