Demokratik ülkelerde, seçim, yönetime talip olanların metodlarını, düşüncelerini, yapacaklarını vatandaşlarına anlattıkları bir süreçtir. Böylece, her seçmen, kimin ne düşündüğünü, neyi isteyip, neye karşı olduğunu öğrenir ve tercihini yapar. Türkiye'de ise, partilerin gerçek düşünceleri ile söylemleri veya hareket tarzları bazen taban tabana zıt olabiliyor. Böyle olunca da, siyaset, zaten iyice erozyona uğramış itibarını ve inandırıcılığını biraz daha yitiriyor. İnsanlar, politikacının ağzından çıkan her söze ihtiyatla, hatta şüphe ile yaklaşıyor. Samimiyet aranıyor Herkes biliyor ki, iki parti dışında seçimi samimiyetle isteyen yok. Hatta bazı partiler için seçim bir kabus, bir yok oluş ile eş manaya geliyor. Ama, iş lafa gelince, herkes seçimi nasıl istediğini anlatmaya başlıyor, tabir yerindeyse yiğitliğe leke sürdürmemeye çalışıyor. ANAP, YTP, SP seçimler ertelensin diye neredeyse adaklar adayacaklar, ama sorunca, seçimin 3 Kasımda yapılmasını istiyorlar. DYP, hükümet düşüp seçim ertelense , bize de başbakanlık düşer mi hayaliyle yanıp tutuşuyor ama beyanatlarında, 3 Kasım'ı en çok isteyen parti haline dönüşüveriyor. Kesinleşmiş bir seçim kararı hakkında bile bu derece samimiyetsiz, tutarsız davranan, gerçek düşüncelerini saklayıp halkın gözünün içine baka baka yalan söyleyebilen siyasetçilerin, seçmene hangi vaadlerini anlatıp ondan itimat ve oy isteyecekleri de ayrı bir muamma. Ekonominin gereği Daha önce de yazdık: Ekonomi en çok belirsizlikten korkar ve etkilenir. Bu sebeple, seçimin ertelenmesi belirsizliği had safhaya getireceği için, hangi gerekçe ve bahane ile olursa olsun, ekonomiyi rahatsız eder. Nitekim, erteleme yönünde bazı siyasilerin beyanları hemen etkisini göstermiş, Borsa düşerken faiz ve döviz hızla yükselmiştir. Bu garabetler ülkesinde, meclis tarafından kararı alınmış bir seçime elli gün kala seçimin ertelenmesi ihtimalinin gündemde olması ve bunun piyasaları tedirgin eder boyuta ulaşması da ayrı bir kara mizah örneğidir. Ertelemeye AB üyeliğini gerekçe yapanların, bu tartışmalar ve ayak oyunları ile Türkiye'nin imajını AB nezdinde ne hale getirdiklerini düşünmeleri de herhalde yerinde olacaktır. Maalesef, siyaset Türkiye'de, kişisel hırsların ve menfaatlerin manevra alanı olmaya devam ettiği müddetçe, yönetimde kaliteyi ve vizyonerliği hayal bile etmemek gerekir. Kriz olur mu ? Mevcut ekonomik göstergeler, her türlü olumsuz faktöre rağmen, bazı müspet gelişmelerin de olduğunu ortaya koyuyor. Ekonomik buhrandan çıkmanın en hayati etkeni olan büyümede ikinci çeyrek rakamı umut verici idi. % 8'i aşkın bir büyüme rakamı herkesi şaşırttı. İhracatın Ağustos'daki % 12 ihracat artışı ve enflasyon beklentilerinin hedefin altına inmesi hep olumlu sinyaller olarak karşımıza çıkıyor. Krizler ekonominin büyüdüğü ortamlarda ortaya çıkmaz. Dolayısıyla, büyüme devam ederse, ihracattaki artış sürerse, seçim sonrası sonuç ne olursa olsun, ekonomik kriz patlar diye düşünmek yerinde olmaz. Ama, çok nazik ve kırılgan olan piyasaların, seçime kadarki süreçte her türlü gelişmeden müspet veya menfi etkileneceğini öngörmek gerekir. Dolayısıyla da kriz olur paranoyasına kapılmadan, ama siyasetçilerimize iz'an ve insaf dileyerek seçimi beklememiz yerinde olacaktır. Seçimin ertelenmesi ihtimal olarak yüksek değilse de , gerçekleşmesi durumunda bile derin bir krize yol açmaz ama piyasaların bir hayli sarsılması da kaçınılmaz olur. Sürdürülmekte olan ekonomik programda da aksamalar ortaya çıkabilir. Hiç kimse, politikacıların başbakanlık yapma arzularının tatmin edildiği yamalı bohça misali hükümetleri ve biten siyasi hayatları uzatmaya yönelik siyasi manevraları görmek istemiyor. Bize lazım olan seçim sonrası , halkın iradesini arkasına almış, asgari üç yıl yönetim erkini elinde tutacak bir hükümettir.