"Malezya Olmaktan Korkmak". Yeni trend bu. Kendisini çağdaş hissetmek, ötekilerden ayrışmak, modern görünmek için korkuyorlar. Sorsanız, korkmak "trendy" olduğu için korkanların kahir ekseriyeti, Malezya hakkında iki satır yazı okumamışlardır. Halbuki, yaşam tarzı mevzusunu böyle saçma-sapan ve mevhum korkularla değil de, hakiki ve hayatın içinden meselelerle tartışsak. Mahalle baskısı diye mangalda kül bırakmayanlar, esas mahalle baskısının insani özgürlüklerin kısıtlanması olduğunu söyleyebilseler ya. Yıllardır finans işinin içindeyim ve sektörde her renk ve tondan onlarca arkadaşım var. Mahalle baskısının alası, iş dünyasının içinde mevcuttur. Kaç insan tanıyorum, oruç tuttuğunu çalıştığı iş yerinde saklayan, Cuma namazına gizlice giden veya gidemeyen. Kaç arkadaşım var, türkü dinlemek, pikniğe gitmek gibi -çevreye göre avam- zevklerini, "ayıplanırım" endişesiyle gizleyen. Hoşlanmadığı halde "trendy" barlara giden, dışlanmamak için içki içmeye başlayan, arabasında -her ihtimale karşı- Norah Jones CD'si bulunduran... Bu ne baskısı? Bu dünün değil, on yılların gerçeği. Üstelik sadece finans sektöründe değil, birçok kalburüstü şirkette vardır bu "görünmez baskı". Okuduğu gazeteyi, taktığı yüzüğü saklamak zorunda olan, ibadetini gizleyen insanlar yıllardır iş hayatında bu tatsız durumu yaşıyorlar. Adını ne koyarsanız koyun, bir sosyal baskı değil mi bu? Yani tam da "mahalle baskısı korosunun" tarif ettiği cinsten bir baskı. Oysa, bu ülkede inançları, yaşayışları, kıyafetleri, tercihleri ne olursa olsun, her insanın buluşması gereken asgari bir müşterek var: Medeni, yani uygar olmak; diğerinin haklarına saygı göstermek; farklılıkları kabul etmek. Ve yurttaş olmak. Hezeyanla, korkuyla, kendisi gibi olmayanı küçümsemeyle, hayat tarzı dayatmayla, ideoloji belletmeyle, slogan ezberletmeyle medeni olunmuyor. Olunmadığı ortada, değil mi?