Dileyen uygarlık da diyebilir, her ne kadar medeniyetin mana bütünlüğünü sağlamıyorsa da... Medeniyet'ten ne anlıyorsunuz? Epistemolojik tahlillere filan girmeyeceğim, felsefeciler yüzyıllardır tartışıp duruyorlar zaten... Medeniyet veya medeni insan'ın toplumdaki karşılığını, yani bizim bu kelimeye yüklediğimiz manayı kastediyorum. Yüksek binalar inşa etmek, onları camlarla kaplamak, dev oteller, en büyük havuzlar yapmak mıdır medeniyet? Bu açıdan bakarsak en medeni yer Dubai mesela... En büyük heykeli, en yüksek minareyi dikmek, 'milli' reyting şirketi kurmak, ekonomimiz iyi diye Avrupa'ya caka satmak medeni olma alametlerinden sayılabilir mi? Yoksa bunlar 'ertelenmiş ve çok imrenilmiş bir zenginleşmenin' savurgan tezahürleri mi? Tıpkı Dubai gibi... Osmanlı medeniyeti denilince 'camiler ve saraylar' anlaşılmaz. O muhteşem mimari eserler, medeniyetin eriştiği bir sonuçtur. Osmanlı medeniyeti, cemiyet hayatıyla, hukukuyla, adaletiyle, sanatlarıyla, adabıyla, usulüyle, nezaketiyle çok geniş bir hayat telakkisinin adıdır. Bu ülke o medeniyetin vârisi olmakla övünüyor son yıllarda... Lakin yaşadığımız şehirlerde, topluluklarda o medeniyetin yukarıda saydığım unsurlarına rastlanıyor mu? Pek zannetmiyorum. Hayatın en arogant, en kaba formlarıyla yaşandığı, emniyetin, hukukun 'adamına göre işlemeye devam ettiği', nezaket ve nezahete ancak 'Hüseyin Rahmi romanlarında' rastlandığı bir şehrin, İstanbul'un mukimi olarak yazıyorum bu cümleleri... Medeniyetin rezidanslar, cam giydirilmiş binalar ve AVM'lerle geleceğini zannedenlerin hakimiyetinde yaşanan bir zamanda, estetik, nezahet, adab diye bahsetmenin komik çaresizliğinin de farkındayım. Yine de yazıyorum. Geç gelen zenginliğin gösterişçi halinin sıkıntısını, var iken yitip giden medeniyetin sükûnetli zarafetinin özlemi azaltıyor belki de, kimbilir...