Adı ne olursa olsun (likidite krizi, mortgage krizi, borçlanma krizi), parasal gerilim dünyayı sarıyor. Eğer bir piyasada, herkesin gözü kulağı Merkez Bankalarına çevrilmişse, orada vaziyet biraz karışık demektir. Hele bir de piyasa oyuncuları Merkez Bankalarından medet umar haldeler ise, işler sarpa sarmaktadır. Son krizde Avrupa Merkez Bankası'nın verdiği para 100 milyar Euro'yu çoktan geçti. Dün de İngiltere'de bir mortgage şirketi sallanmaya başladı. İnsanlar kapılarda kuyruk olunca İngiliz Merkez Bankası çaresiz milyarlarca sterlini piyasaya boca etti. Altı ay öncesinde dünyanın kulaklarından para fışkırıyordu, likidite akacak kanal bulamıyordu. Şimdi ise, koskoca gelişmiş ülke piyasalarında nakit olmadığı için merkez bankaları habire para pompalamak zorunda kalıyorlar. Nerede bu para? Düne kadar dünya piyasaları nakit havuzunda yüzerken, trilyonlarca dolar bir anda buhar olmadı ya! Evet, para hâlâ var, ama akışkanlığını kaybetti. Zira güven denen, maddi olmayan, bir ölçü birimine girmeyen ama piyasaları ayakta tutan en önemli unsur azaldı. Devasa yatırım bankaları, ne olur ne olmaz diyerek birbirlerine borç vermeye korkar durumda. Benzer bir dönemi Türkiye 2001'de yaşamıştı, hatırlarsanız. Bir ekonomiye güven kaybolursa, var olan para bir anda görünmez olabiliyor. Şu anda Avrupa ve Amerika'da, hiç kimse, hangi banka veya finans kuruluşunun halısının altında ne kadar süprüntü var bilmiyor. Bilmediği için de güvenemiyor. Bu hercümerç bir yerde denge bulacak. Türkiye, ekonomik temellerini sağlamlaştırdığı ve istikrarlı bir mali disipline sahip olduğu için, şu an bu hercümercin içine fazla girmiş değil. Ama Hükümet bütçeye ve ekonomik hedeflere her zamankinden daha fazla sarılsa ve sosyal güvenlik, maliye politikası konularındaki reformları hiç gecikmeden ele alsa. Bir de, ekonomi bakanı olarak Mehmet Şimşek, Hükümetin dünyada olan biten son gelişmeleri nasıl algıladığını ve yorumladığını anlatsa.