"Otuz üç yıl saatim işlemiş, ben durmuşum Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum" Üstad Necip Fazıl, bu muhteşem metaforla ne kadar çarpıcı anlatır, kendi manevi dönüşümünü... Dünyevi hazların peşinde geçen bencil yıllardan sonra tanımakla şereflendiği bir Allah dostunun sohbetiyle açılan gönül gözü, "hakikati" görmesini sağlamıştır Üstad'ın... Ve bir insanın bu manevi hakikati görebilmesi için ne yapması gerektiğini sorduğunda aldığı cevap sarsıcıdır: "Nasip meselesi"... *** Bu ülkenin insanları, yüzlerce seneden süzülüp gelen manevi hasletlerin, uhrevi inanışların vârisleridir. Ve tüm yıpranmışlığına, aşınmışlığına rağmen o manevi hasletlerin en güzel haliyle yaşandığı yer de yine bu ülkedir. Lakin, "buyurgan elitler" kendi hayat tarzlarını tüm topluma dayattıkları gibi dini yaşayış ve hassasiyetleri de "istedikleri gibi eğip bükebileceklerini" düşünürler. En temel insan hakkı olan "inanma ve inancını yaşama hakkı"na müdahale etmeyi "edinilmiş bir imtiyaz" olarak görürler. Oruca, hacca, tesettüre, zekata, yardımlaşmaya, velhasıl her türlü dini tercihe eleştiri getirebilir, müdahale edebilir, hatta kısıtlayabilirler. *** Halbuki modern zamanlar dini reddetmeyi değil saygı duymayı, inanç sahiplerini kısıtlamayı değil, onlara hayat alanları açmayı gerektiriyor. Ramazan ayı dün bitti; bugün bayram... Paylaşarak, yoksulları gözeterek, iyilik yaparak tezyin edilen bir ay... Oruçla, iftarla, sahurla lezzetlenen bir ay... Bu manevi iklimden nasibi olmayanlar için ise yardım etmenin küçümsendiği, paylaşmanın eleştirildiği bir ay... O lezzetleri o manevi hazları hissetmek bir yana küçümseyen insanlar... "Mühürlenmiş kalplerden içeri ne ışık girer ne hava" demişti bir büyüğüm... Mübarek Ramazan Bayramının kalplere sürur, gönüllere neşe vermesi dileğiyle...