Çocukluğumda, babam ve arkadaşları kendi aralarında konuşurlarken, 'filan bakan, falan paşa, veya genel müdür müspet adammış' derlerdi. Müspet adam 'dindar olanlara ters bakmayan, en azından kötülük yapmayan' demekti. Babam ve arkadaşlarının, düzenin ötekileri yani 'olağan şüphelileri' olduğunu anlamışsınızdır. Müesses nizam, kendi tornasına uymayanları o derece korkutmuş, bastırmış idi ki, sistemi değiştirmek filan bir yana, herhangi bir bürokratik kademeye -mesela- cuma namazına giden bir kişinin tayin olması bile büyük bir kazanım olarak telakk ediliyordu. O günün şartlarına göre anlaşılabilir bir durumdu bu, zira devletin resmî ideolojisi, her türden ötekinin üzerine orantısız bir güçle abanıyordu. 1970'lerin 80'lerin, hatta 90'ların Türkiye'sinde hayat sürmüş insanların zihin yapılarının bu şekilde 'defansif ve minik kazanımlarla yetinen' biçimde olmasını anlayabiliyorum. Ancak, 28 Şubat'ın kanırtan baskısıyla çatırdayan toplumun içinden bir değişim talebi ortaya çıktı. Bu talep AK Parti'yi iktidara taşıdı. AK Parti de toplumun değişim talebini devlet mekanizmasına taşıyarak sistemi dönüştürmeye başladı. İdeolojik, askerî, bürokratik vesayeti sonlandıracak, cumhuriyet mütegallibeleri diyebileceğimiz Kemalist seçkinlerin hegemonyasını zayıflatacak adımlar atıldı. Lakin bu adımlar hep 'siyasetin gücü ile, yani iktidar kuvvetli olduğu için' atıldı. Oysa vesayetin, oligarşik hegemonyanın tekerrür etmemesi, açık söyleyelim, hortlamaması için, bu dönüşümün kurumsallaşması gerekiyor. Yani devlet mekanizmasının 'sistem olarak' vesayete kapalı, demokratik, şeffaf ve hesap verebilir bir hâle gelmesi lazım... Bugün 'güçlü iktidar ve güçlü Başbakan olduğu için' gerileyen vesayetçi yapı, eğer sistem bütün kurumlarıyla demokratik bir yapının unsurları hâline gelmezse, yarın 'nispeten zayıf bir iktidar ve Başbakan' ile, eski konumuna doğru hamle yapacaktır. Zamanın ruhu da diyebileceğimiz konjonktür belki buna tam olarak fırsat vermese de, 'eski devlet zihniyeti' buna teşebbüs edecektir. O sebeple, artık 'müspet adamlarla' yetinmeyi değil, 'müspet bir düzeni hedeflemeyi' konuşmak lazım... Şahıslarla kaim olmayacak, demokratik, şeffaf ve hesap verebilir bir düzeni... Sopalı taksiler Görüntüleri seyretmişsinizdir. Taksim'de, günün ortasında, beş taksici bir adamı sopalarla öldüresiye dövüyorlar. Adamın suçu(!) bir taksiye yol vermemek... Taksiciler bagajlarından bilek kalınlığındaki sopaları çıkarıp girişiyorlar adama... Korsan taksi yasası Meclis'ten muacceliyetle geçirildiğinde sormuştum: Belediye ve yerel otoriteler, İstanbul'daki mevcut taksilerin şoföründen aracın fiziki şartlarına kadar, kalite ve emniyet seviyesinden memnunlar mı? Beklediğim gibi, lutfedip bir cevap veren olmadı. Taksim'de meydan dayağı çeken taksicilerin hiçbirinin taksici olarak kaydı yokmuş. Taksiciler Odası Başkan Vekili canlı yayında böyle açıkladı. Üstelik hepsinin bagajında 'mangal yakmak için değil, adam dövmek için olduğu aşikâr' odunlar var. Yine cevap vermeyecekler ama sorayım: İstanbul'daki taksilerin kaçında sadece 'kayıtlı şöför' çalışıyor? Müşteri taksiye bindiğinde şöförün 'kayıtlı mı sopalı mı' olduğunu nasıl anlayacak? Böyle bir belge var mı? Taksilerinde kayıtsız taksici çalıştıran plaka sahipleri için bir yaptırım uygulanıyor mu? Bir de korsan yasasını çıkaran Meclis'e soralım: Kayıtsız ama sopalı taksicilere yönelik bir yasal düzenleme de olacak mı?